Savcı M. Selim Kiraz’ın Acısı Hep Taze

Savcı M. Selim Kiraz’ın Acısı Hep Taze
Savcı M. Selim Kiraz’ın Acısı Hep Taze

“İşte o kartal

Renksiz ısı vermeden

Ürkmeden ürkütmeden

Kendinden geçerek süzülür

Dikine batar dikine çıkar

Coştumu

Vurur kendini dağa – ölürdü parçalanarak” ( Cahit Zarifoğlu)

Nisan yağmurları şifa dağıtır gibi durmaksızın yağıyor. Tükenmişliklerimizin, acılarımızın, merhem bekleyen yaralarımızın üzerine öylece yağıyor. Çiçekler bahara durmuşken, ağaçlar gelinler gibi süslenmiş, deniz çarşaf gibi uzanmış bulutlar öbek öbek mavinin dayanılmaz saydamlığında öylece akarken birden bastırıyor Nisan yağmurları. Gözlerimizin akışına ortak bir akışı, yüreklerimizin yangınına serin suları taşımak ister gibi durmaksızın yağıyor günler ve geceler boyu. Dertlerimize derman olsun diye yüzümüze aksın, sadrımıza doğru öylece yürüsün diye avare yağmur sularıyla coşmuş sokaklara atıyoruz kendimizi ve sırılsıklam ıslanıyoruz.

Sırılsıklam acılar içindeyiz… Islanmak ve öylece yetim çocukların gözlerine gözlerimiz değmesin diye kuytulara kaçma telaşındayız. Hızlı gündemler akıyor, kanlı, katliamlı günlere açıyoruz gözlerimizi. Hep umut, hep ümit dedikçe bir yerlerimize hançerler saplanıyor. Derin yaralar alıyoruz ama bahar bize durmaksızın gülümsüyor her köşe başında. Ve usul usul dirilten bir aşk yürüyor damarlarımıza.

İşte o damarlarımıza yürüyen, hep yürüyen, dirilten, yeniden başlatan, hiç terketmeyen aşkı gördüm bir annenin gözlerinde, suskun teslimiyetinde. Beyaz tülbendinin çevrelediği vakur çehresinde acının iklimlerinin en dayanılmazı konuklarken gördüm ve ürperdim. Derin yaralara bezenmiş yüreğinin ilmek ilmek acılarının durağında, teslim durağında ağıtlar öylece içine düğümlü, gözleri ıslak, usul usul ağlarken gördüm ve ürperdim. Bir Anadolu anasıydı gördüğüm, nasırlı avuçları, basma eteği, beyaz yaşmağıyla evet sade temiz, ağzı ve yüreği ığıl ığıl dualar okuyan her dem bir Anadolu anası.

Gencecik kuzusunu kara topraklara beleyen… Körpe yetimlerini yüreğinden ziyade gözlerinin sevecenliğinde ısıtmaya çalışırken, diriliş ırmağının membaını onların gönüllerine akıtan bir Haminne…

Tarifsiz, çaresiz yokluklara sarmalanmış bir yakıcı acıyı derin solumalarla ciğerlerine öylece nefes gibi çeken, onulmaz sızıları kuşanmış bir eşle matemin gölgeliklerinde gözgöze gelmek kadar insanı çaresiz bırakan ne vardır soruyorum sizlere. Yol arkadaşını, dostunu, yarenini, yazgısını, çocuklarının ağasını yitirmiş gencecik bir Gelin hanım olmak, kaybetmiş olmak yitirmiş olmaktan daha acı bir hal var mıdır soruyorum sizlere…

Taziye evinin bereketi, sadeliği, sıcaklığı, acının o kasvetli yakan kavuran delici havasını nasıl da eritiyordu. Körpe oğlunu taze topraklara belemiş bir annenin ellerini tutmak ve Rahmet eylesin demek, sonra anlamak; bu dağ gibi Anadolu kadının yanında nasıl da güçsüz ve biçare olduğunu. Bir dağ gibi diyorum ama yüreği ovalar ve dağlar gibi bir küçücük Haminne bahsettiğim. Anadolu’nun yanık bağırlı analarından bir ana olarak, soğuk zemherilerde sobanın başında, çocuklarına bulgur aşı kaynatmış, tarhana çorbası pişirmiş, üşümesinler diye yün çoraplar, yelekler örmüştür kışları muhtemelen. Bağından bahçesinden kopardığı nice yemişleri torunlarına şifa olsun diye dağıtmış. Beş kız evladını altın gibi tertemiz yetiştirmiş ve civan delikanlısını okutmuş bir garip Anadolu kadını. Bir tane oğlunu, vatana millete hayrı dokunsun diye her sabah dualarla uğurlamış, vatana feda etmiş mütevazi bir yiğit ana …

Anadolu topraklarının suyunu içmiş, manevi mayasını yüreğine çalmış bir baba sesleniyor: “ Vallahi ben sakindim. ‘Allah’tan geldi’ dedim. Takdiri İlahidir, kaderimizde bu vardı’ dedim. Oğlum bunu hak etmemişti ama kaderde bu varsa boynumuz kıldan incedir. Biz inanan insanlarız. Hamdolsun gayrimeşru bir yolda değil, namusuyla alnının akıyla, şerefiyle, haysiyetiyle, onuruyla, görevinin başında takdiri ilahi oldu. Ben memnunum, şükrediyorum. Yüreğimde yanıyor ama şükrediyorum.” Bu nasıl bir imani teslimiyet ve tevekkül şuurudur sevgili okur, başımızı ellerimiz arasına alıp düşünelim. Böyle yiğit babalar olduğu müddetçe tükenir mi Mehmetler, Selimler, Muhammedler… Tükenmez elbet…

Zarif Şair ne güzel söylemiş ‘Ürkmeden ürkütmeden / Kendinden geçerek süzülür’. Mehmet Selim Kiraz bu toprakların has evladı olarak şehitlik makamına yükselmiştir duamız budur. Zarifoğlu’nun yedi güzeller şiirinde anlattığı gibi ürkütmeden, ürkmeden incitmeden öylece yürümüş hakikatler üzerine. Kendini bir kenara bırakarak heveslerini, arzularını bir kenara bırakarak hukukun ve adaletin üstünlüğü için, hak ve özgürlükler için yürümüş durmaksızın yürümüş. Ve ne güzel anlatıyor sanki Mehmet Selim Kirazı anlatır gibi şair: ‘ Dikine batar dikine çıkar / Coştumu / Vurur kendini dağa – ölürdü parçalanarak’. Kendini dağlar gibi davalara vurduğunda oldu ne olduysa. Ölüm yaralayan ezgilerle, uzun saatler süren işkenceler akarken damarlarına o her zerrede parçansa da dirilten nefeslerle an an cennete taşınıyordu…

‘Biz inanan insanlarız’ diyor ya acılı, sabırlı, metanetli, erdemler kuşanmış, Anadolu soluklu o güzel baba. Evet inanan insanlar Cumhuriyet Savcısı olduğunda oldu herşey. İnanan insanlar Başbakan, Cumhurbaşkanı olduğundu oldu her şey. Anadolu nefesiyle dirilten ırmaklar bu coğrafyanın kurumuş bağrı yanık yaralı insanlarına öylece durmaksızın aktığında koptu kıyamet… Ey okuyucu bu kıyametin tam ortasındayız. Ve bunu “Kıyam Et” gibi algılama duraklarındayız. Hak için kıyam edeceğiz. Özgürlükler için kıyam edeceğiz. Yetimlerin, öksüzlerin, bağrı yanık yoksulların hakları için kıyam edeceğiz. Kim ne olursa olsun hangi sınıftan ve ırktan hangi görüşten, meşrepten ve mezhepten olursa olsun mazlumlar için kıyam edeceğiz.

O oğlunu yiğit oğlunu, mazlum oğlunu, dişiyle tırnağıyla okuyup bir yerlere gelmiş olan oğlunu doğurmuş olan yiğit ananın ellerinden öpüyorum. O yiğit yürekli bizlere teslimiyeti öğreten, bizlere tevekküllün nasıl olması gerektiğini öğreten babanın ellerinden öpüyorum. Yar olmuş yar seçilmiş, davasında, işinde, aşında yiğit erinin yoldaşı olmuş o güzel kadını o metanet abidesi güzel yürekli yiğit gelini daima bağrıma basıyorum. Ve benim yetimlerim. Onları ancak ben anların diyorum gözlerim ıslanırken. Yedi yaşlarında yetim kalmanın duraklarında soluklanmış birisi olarak onların yiğit yüreklerine dualarımı gönderiyorum. Ve yine Zarif Şair son sözü söylüyor:

“Ümmeti gözetmen gerekli

Ben seni beyaz haber ustası

Olasın diye boğmadım – DOĞURDUM”( C. Zarifoğlu)