Yusuf UZLU

Yusuf UZLU
Yusuf UZLU Görüşme Tarihi: 13.01.2013

Özgeçmişi:

1932 senesinde İstanbul`un Vefa ilçesinde doğdum. Babamlar Diyarbakır`dan gelmişler, annemler de Arabistan`dan. Anneanneme ``mellayi Zekiye``, ``Güzel Zekiye`` derlermiş, hafızmış. İstanbul’da evlenmişler. Babam 15, annem 13 yaşındaymış evlendiklerinde. Kalabalık bir aileydik, şimdi 3 erkek, 5 kız kardeş olarak kaldık.
Askeri lisede okudum.Erzurum`da şark hizmeti yaptım. Kimi yerlerde bir kaç ay arayla yer değiştirdiğimiz oldu, taşınmalarla eşyalarımız hep yıpranıyordu. Kıbrıs Barış Harekâtında bulundum, karartma gecelerini yaşadık. Emekli olur olmaz 1973-1974 yılları arasında İstanbul’a yerleştik, Boğaziçi Köprüsünün açıldığı sene idi.
Beş kızım, üç oğlum oldu, şimdi dört kızım, bir oğlum hayattalar, on tane de torunum var. Emekli olduktan sonra yirmi küsur sene ticaretle uğraştım. Yirmi yıla yakındır da evde oturuyorum. Bana neredeyse yaşıt eşim var. Elli sekiz yıldır evliyiz ve çok mutluyum. Bu mutluluğu mezara kadar götürmek arzusundayım. Eşimin benim üzerimde çok hakkı var, annemin babamın olduğu gibi. Hatta evlatlarımın da hakkı var ama eşimin hakkı inkâr edilemez.

İlginç Veya Unutamadığı Bir Anısı:

Seksen yıla yakın ömrümde çok anılarım oldu. Gençliğimde devlet işlerinde çalıştığımda ve emekliliğimde ve yakın zamanlarda birçok hadiseler yaşadım.

• Babam balıkçı idi, yokluk zamanlarında hiç aç kalmadık. Güzel balıklar getirir, esnafla değiş tokuş yapardı. Evimizde o dolabımız o yokluk yıllarında hiç boş kalmaz, komşulara da verirdik. Balığın en güzellerini en duyulmamış, görülmemişlerini, en kocamanlarını yakalardı babam. Balığı çok severim.

• 1961-65 yıllarında Erzurum da şark hizmetinde iken, şehir içi taşımacılığı fayton denilen atlı arabalarla yapılıyordu. Kışın da tekerlekleri çıkarılıp yerine kızak konuluyordu. Bir gün o arabaya bindim ve şehri dolaşmaya başladım. O tarihlerde şehrin ne tarafına giderseniz gidin, ücret 2,5 liraydı. Fayton sürücüsüyle konuşmaya başladım. Kendisinin nereli olduğunu, çoluk çocuğunu, işlerin nasıl gittiğini sordum. ``Bir dokun, bin ah işit`` misali, beş çocuğu olduğunu, o havalarda bir iki müşteri zor bulduğunu, vereceği 2,5 lirayı atın yemine ayırdığını, ikinci bir iş çıkarsa evin nafakasına ayırdığını söyledi. İş çıkmazsa ne at ne de evdekiler yemek yiyebileceklerdi. Çok hislenmiştim, sıcaklık o günlerde -25 derecelerde idi. Adam iş bulamazsa evdekiler de at da aç kalacaktı. O tarihten sonra işim olsun olmasın, haftada en az bir gün bu arabalara binip günde bir ya da iki tur attırmaya başladım. O günleri hala hatırlarım. O anlatan kişinin dudaklarının titrediğini, konuşurken aç olduğunu gözlerimin önüne getiriyorum ve unutamıyorum.

• Beni çok etkilemiş bir olaydan da bahsedeyim. Esnaflık yaptığım günlerde bir gün bir senet ödemem vardı. Senedi akşam saat 16.30’a kadar ödemem gerekiyordu. Ne bende o kadar para vardı ne de komşularımdan isteyecek durumdaydım. Çok üzgündüm, Allah`tan başka müracaat edeceğim ve isteyeceğim hiç kimsem yoktu. Oğlum Ertuğrul ile dükkânda oturuyor ve akşam olmasını endişeli gözlerle seyrediyordum.
Birden içime bir ferahlık geldi. ``Oğlum para geliyor`` dedim. Oğlum Ertuğrul, ``para nereden gelecek`` der gibi bir anlamlı bakış attı ve beklemeye başladık. İki üç dakika sonra yaşlı bir kadın içeriye girdi ve selam verdi. Adım şu dedi, benim şu kadar borcum var dedi. Müşterilerimizin hepsini tanıyordum, müşterilerimizin borcunun kaçıncı sayfalarda olduğunu bile biliyordum. Kendisine, bize borcu olmadığını, büyük bir ihtimalle bizi başka esnafla karıştırdığını söyledim. Zaman zaman böyle yanlışlıklar olduğunda müşteriyi doğru yere yönlendiriyordum. Herhalde bu da çocuğu ya da başka biri tarafından ödeme için gönderilmiş biriydi. O ise ısrarla benim borcum var diyordu. Deftere baktım yok. Bilgisayarda herkesin ismi kayıtlıydı, bu bayanın da eminim yoktu ama üzülmesin yaşlı kadın diye ismini aramaya başladım.
Hayrettir ki o hanımefendinin ismini defterde buldum. Bana olan borcu hayli yüklü bir miktardı, kadın borcunu söyledi ve kuruşuna kadar ödedi gitti. Ertuğrul ve ben birbirimize baktık ve hayret ettik, neden hayret ettik biliyor musunuz, çünkü kadının verdiği parayla kasadaki parayı üst üste koyduğumuzda kuruşu kuruşuna yalnız bankaya yatırmamız gereken senedin karşılığıydı. Öyle ki oğlum o parayı bankaya yatıracak, dönüşü işe yayan gelmek zorundaydı. O hadiseyi hiç unutamam.

• Anlatırken bilgisayar dedim. O,şimdi kullandığınız anlamda bilgisayar değildi, eski tip cep bilgisayarı idi. Eskiden veresiye vardı, kredi kartına taksitler yoktu. İlişkiler tamamen güven üzerine kuruluyordu ve isteyen herkes veresiyenin miktarını, ödeyeceği miktarı ve vadesini kendi belirliyordu. Vade farkı da almıyorduk. Bir gün hanımefendinin birinden -o da toptancının ısrarı üzerine- aldığı fazla miktar malın karşılığında bir imza rica etmiştim. O müşteri hanımefendi, malları bıraktı, ``birbirimize güvenimiz yoksa alış-veriş yapmayalım`` dedi. Bunun üzerine o hanımdan özür diledim ve alış-verişe devam ettik. Ne kefil ne imza hiç bir şey almadım.
Dükkânı kapatmadan 365 gün evvel bütün müşterilerime haber verdim. Bana borçları olanlar, istedikleri zaman, şu bankanın şu hesabına yatırabilirler dedim. O müşteriler, kendi arzu ettikleri zaman, arzu ettikleri miktarlarda yatırdılar. Yatıramayanlar için de ben hakkımı helal ettim. Her gördüğüm eski müşterime hakkımı helal ettim ve onlardan da bunu istedim.

Nasihat :

Gençler bizden daha ileri görüşlü, daha başarılı. Bu yaşımıza rağmen bizim onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Dürüstlükten ayrılmazlar zaten. Gençlere güvenimiz var.


Röportaj: Berrin Atmar