Şükran GÜNGÖR

Şükran GÜNGÖR
Şükran GÜNGÖR
Görüşme Tarihi: 19.03.2009
Özgeçmişi:

1936 yılında Ceyhan’da doğdum. 5 kardeştik. 2 kardeşim çok küçükken öldü, biz üç kardeş büyüdük. Ben altı yaşında iken babam vefat etmiş, kendisini hatırlamıyorum. Babam öldüğünde benden küçük erkek kardeşim Hasan da üç aylık bebekmiş. Okula çabuk gideyim diye abim (amcamın oğlu) nüfusa yaşımı bir yaş büyük yazdırmış. Hatta babamın bana koyduğu isim olan Şükriye’yi bile nüfusa abim Şükran olarak yazdırmış. Annem benden önceki çocuğu olan İlhan öldü diye bana üç gün meme vermemiş. “Ben kaç senede bir oğlan doğurdum, o öldü onun yerine kız mı doğdu” deyip meme vermemiş. Babam evliymiş 25 sene çocuğu olmamış ondan sonra annem ile evlenmiş. Aralarında 30 yaş fark varmış, evlendiklerinde annem 17 babam ise 47 yaşında imiş. Ablam bir sene sonra doğmuş, 7 sene sonra da İlhan doğmuş ve ölmüş. Ablam ile benim aramda 9 yaş fark var. “Az veren Allah uz veren Allah oğlumu alıpta kız veren Allah” deyip babam Allah’a şükreder kızımın adını Şükriye koyarım demiş. Babam vefat edince annem 32 yaşında idi. Üç çocuğuna çok yerlerimizi, malımızı satıp baktı, büyüttü. İlkokula gittim, sonra kız yurdunda üç sene dikiş kursuna gittim. Terzi oldum, uzun yıllar terzilik yaptım. 12.03.1962’de evlendim. Bir oğlum, iki torunum var.
İlginç Veya Unutamadığı Bir Anısı:

• Ceyhan’da ilkokula birinci sınıfa giderken evimizin bahçesinin hemen yanındaki arsada çadırlar vardı. Bunlar İngiliz askerleri dediler. Askerlerin içerisinde bulunan bir marangoz bana bir kalem kutusu yapıp verdi. Bu kalem kutusunu kullandım hatta kardeşim Hasan’a da kaldı, o da kullandı. Annem o askerlere içli köfte yaptığında kokar diye verirdi.

• Annem de kendi çocukluk anılarını anlatırken Fransızların Ceyhan’da çocuklara boyalı yumurta verdiklerini anlatırdı.

• Babam annemi isteyince aralarında yaş farkı çok olduğu için dayım bin altın istemiş, babamda “bacısına bin altın az” binin yanına bin daha koymuş ikibin altını “alın bunu kürdün oğluna götürün” deyip ikibin altını dayıma göndermiş. Bu hareketine karşılık dayım altınların hiçbirini almamış, iade ederek annem ile evlenmelerine rıza göstermiş. Annem Atatürk geldi, şapka çıktı ben nikâh oldum derdi. Düğünde takılan altını annem kaldıramamış duvara asmışlar.

• Annem gelin olduktan sonra Atatürk tren ile Ceyhan’a gelmiş, bütün Ceyhan kendisini görmeye gitmiş. Kırmızı halılar sermişler. Atatürk halıları işaret edip kızarak “bu nedir” demiş, halıları toplatmış doğru yoldan yürümüş.

• Annemden dayım ile ilgili duyduğum hatıralarda şöyleydi. Dayım ağaydı. Kendisi iri yarı ve son derece güçlü bir insandı. Un çuvallarını tek eliyle arabaya yüklermiş ki “bak şu ağaya bir çuvalı iki eliyle kaldırıyor” demesinler diye. Hatta bir gün atı çalınmış. Hemen kendisi de ata binip hırsızın peşine düşmüş. Kısa sürede yakalamış. Hırsız “aman ağam al atını” demiş. O da “ben atı istemiyorum sen yanıma gel atı niye çaldığını bana söyle” demiş. Adam gelince hemen kulağını kesmiş atıda ona verip göndermiş. Daha sonra kulağı da başkaları görüp ders alsınlar diye ahırın duvarına çakmış. Atı niye almadığını soranlara “benim gibi bir ağaya bir atın peşine düştü dedirtmem” diyor. Çukurova’da Milli Mücadele yıllarında dayım pusuya düşmüş bacaklarına ve baldırlarına çok sayıda mermi isabet etmiş. Eve gelip mermilere de söverek kıymık temizlercesine kendi başına hiçbir uyuşturucu kullanmaksızın çıkarmış. Bir gün yüklü arabası çamura saplanmış at çıkaramamış. Atın yerine arabaya kendisini koşmuş arabayı kullanan tutmaya(ırgat) kendisini kuvvetle kırbaçlamasını söylemiş. Tutma ağaya vurmaya korkunca bu defa adamı iyice dövmüş, adam da can acısı ile ağanın istediği gibi ağayı kırbaçlamış. Dayım bir yekinişte yüklü arabayı çamurdan çıkarmış.

• İlkokulu bitirdiğimde sinemaya gitmiştim. Çocukluk bu ya eve geldim gülüp duruyordum. Ablam o zaman “neye gülüyorsun” dedi bende “filime gülüyorum, çok güzeldi” deyince “yat yat o kağıt kağıt essahlı adam değil” dedi. Hala hatırladıkça bu olaya gülerim.

• 1965 senesinde Ankara’da oğlum birinci sınıfa gidiyordu. Oğlumu yanıma aldım bir elimde oğlum bir elimde valizim hamama gidiyorduk. Ulus’ta bankaya da uğrayıp para yatırdık. Çıkışta kalabalığın içerisinde genç bir adam bir gazeteyi açmış yüzüne tutarak bize doğru geldi ve bana çarptı. Ben adama kızdım yola devam ederken oğlum küçük olduğu halde “bu adam senin paranı almış olmasın” dedi. Elimi cebime attım ki cüzdan gitmiş, içerisinde de 15 TL. param vardı. Yolun ortasında çocuğumla kala kaldık. O esnada göbekteki trafik polisi bize dönerek düdüğünü de öttürerek bize döndü “hanım geçin” dedi, bende nereye geçeyim paramı çarpmışlar” dedim. Trafik polisi bize “noktaya gidin” diye karakolu işaret etti ben gitmedim, eve döndüm. Ev sahibi ile karşılaştım o da bize “görüyon mu Adanalı kıpkırmızı olmuşsun, ne güzel temizlenmişsin” dedi bende “ne temizlenmesi parayı çarptırdık, bana para ver yiyecek alayım” dedim. Ev sahibinden borç para alarak o gün yemeğimi yaptım.

• Altmışlı yılların sonundaydı Osmaniye’nin Zorkun yaylasına gezmeye gitmiştik, bir iki gün kaldıktan sonra dönecektik.

• Yetmişli yılların ortalarında anarşi döneminde oğlum İstanbul’da üniversitede okuyordu. O zaman evlerde pek telefon yoktu. Postaneye gidip telefon açıyorduk. Anarşi sebebi ile akşamları dışarıda kimse olmazdı, ıssız yollardan geçip postaneye giderdik. Postanedeki görevli anarşistler basıp bize zarar verir diye arka tarafta müdürün odasından telefon açtırdı. Gece postaneye gitmeye korktuğum için kaba inşaatı bitmiş kooperatif evimi 55.000 TL.ye satıp telefon aldım. Bizim mahallede benden başka kimsede telefon yoktu. PTT’ye yazılıp telefon bağlatmak istesen üç beş sene bekliyordun. Ben beklememek için içme suyu satan bir adamın iş yerinin telefonunu devraldım.

• Menderes’in asıldığı gece Ceyhan’da İnönücü bir kadın etrafına mahalleyi toplamış düğün dernek gibi eğlence tertip etti. O gece çarpıldı, yüzü gözü eğrildi. Seneler sonra ölürken de öyle ölüp gitti. O zaman ben kendisine “ölüme sevinilir mi? bak öyle yaptın sonra böyle oldun” deyince bana da küsmüştü.

• 60’lı yıllarda Osmaniye’nin Zorkun yaylasına gezmeye gitmiştik. O zamanlar şimdiki gibi çok vasıtada yok. Bir tane jip gördük şoföre bizi de almasını rica ettik. Şoför “beni komple kiraladılar, eğer kiralayan razı olursa götürürüm” dedi. Adam da razı olmadı. Bir iki saat sonra biz başka araba bulduk. Yolda giderken bizi almayan jipin dağ yolunda devrildiğini 10-15 metre kadar aşağıya yuvarlanmış olduğunu gördük. Demek ömrümüz bitmemiş ki adam bizi götürmemiş.

• Kıbrıs çıkarmasında Ceyhan’a Kıbrıslılar geldi. Herkes Kıbrıslıları evine misafir alıyordu. Ben de evim yarım olduğu halde koşa koşa muhtara gittim ki bende iki üç misafir alayım. Muhtarsa hiçbir şey sormadan benim elime hemen bir kağıt tutuşturdu. Şeker kağıdıymış, beni şeker istemeye geldi zannetmiş. O yıllarda şeker sıkıntısı vardı karaborsaydı. Bende dönüşte çiftlik sahibi komşumuzun annesini gördüm “nerden geliyorsun?” dedi. Bende “aman Anşe (Ayşe) nene ben misafir almaya gittim muhtar bana şeker kâğıdı verdi” deyince “kurban olıyım sen o kağıdı bana ver, bizde hiç şeker yok” dedi. Bende ona verdim. Bu arada Kıbrıslı misafir alanların hemen hepsi Kıbrıslı kızlarla oğullarını evlendirip hısım oldular, daha sonra hepsi Kıbrısa yerleştiler.
Nasihat :

• Herkes dünyaya bir defa geliyor. Kimse kimsenin lafı ile hayatını yönlendirmesin.
• Okuyun, cahil kalmayın. Kimse kimseye minnet etmesin, muhtaç olmasın.


Röportaj: Av. Alev Sezen