Sen Mi? Ben Mi?

Sen Mi? Ben Mi?
Sen Mi? Ben Mi? Daha açık bir deyimle “sen-ben” kavgası, toplumsal yaşamın temel bir olgusudur. Toplum ve toplumsal yaşam dışında var olamayacak denli çok ihtiyacı olmakla birlikte insan yine de ona karşıt eğilimlerini ortaya koymaktan geri kalmamaktadır.

Bu tür eğilimlerimizin varlığını algılayabilmek için, içimizdeki saldırganlık içgüdüsünü, arzularımıza karşı koyan her şeye karşı duyduğumuz nefreti, bazen şiddetli ve hayvansal olan cinsel dürtülerimizi, kabalık, intikam, sahip olma gibi dürtülerimizi düşünmemiz yeterlidir.

Kısacası insanın bir yandan bencil olması, her şeyi elde etmek, gerek maddi gerekse fikri bakımdan benzerlerinden üstün olmak isteği, bazen karşısındakini yok etmeye varabilecek ölçüde güçlü bir doğal özelliğidir.

Bu, toplumdan kopma eğilimi gösteren birey ve bireyci yanı ile o, kendi toplumuna uymaya tek canlı varlıktır.

Fakat diğer yandan herkesin varlığına ve yaşam hakkına saygı gösterilmesini öngören adaletin sesini derinden derine duymak, onun aynı zamanda özgecil bir varlık olduğunu da göstermektedir. Ancak böylece o, toplumla birlikte kendi varlığını da güvence altına alabilmektedir.

Nedir ki, adalet dediğimiz ve içimizde hazır bulduğumuz ahlâki değer, insanların bir toplum içindeki ilişkilerinde sadece yüzeysel olarak çıkar çatışmalarını düzenler, onların içten birbirlerine bağlanmasını asla öngörmez;
o insanın doğasını değiştirmek gücüne sahip olmadığı gibi böyle bir yetkisi de yoktur ve olamaz.

“Bütün Dünya” dergisinden yaptığım bir alıntıda “Pompei’nin harabeleri kaldırıldığı zaman zarlar bulundu,insan karakterinin değişmeyen durumunu gösteren üzücü bir izahtır ki, o zarlardan bazıları hileliydi” denilmektedir.

Adaletin istemi, en az(minimum) bir ahlâki buyruğu deyimler: Kimseye zarar verme! Toplum düzenini bozma!

Bu yüzdendir ki, RADBRUCH “Hukuk duygusu belli bir ölçüde iki yüzlülük yâda kendini aldatma tehlikesi ile karşı karşıyadır: Çıkar, kıskançlık ve çekememezlik, sürekli haklılık iddiası, kavgacılık ve güç arzusu, intikam ateşi ve zarar verme zevki hukuk duygusu ile örtünür” der.

Anlaşılıyor ki, toplum yaşamının tam bir güvenceye kavuşması, “sen-ben kavgası”nın adalet ve hukuk aracılığında sırf dışardan yok edilmesi ile değil, ancak bireyin bu çatışmayı kendi içinde aşması ile olanaklı görünmektedir.

Bunun için de derin yanımızdan kaynaklanan duygu ve bilinç, özel deyimi ile vicdan gereklidir. Onun varlığı ve gelişmesi iledir ki, FROMM’un dediği gibi, ahlâkın en temel ilkesi olarak “Başkalarının sana yapmasını istemediğin bir şeyi sen de başkalarına yapma!” tümcesi gösterilir; ama yine aynı düşünür, bu tümceye “Başkalarına ne yaparsan, onu aynı zamanda kendine yapmış olursun” deyiminin de eklenmesini zorunlu görür.

Çünkü bireyselliğimizi oluşturan, zaman-mekân içinde bir gerçeklik parçası olarak görünüp algılanmamızı sağlayan beden ve ruhsal yanımızın dışında ve üstünde tinsel adını verdiğimiz akıl ve anlam yanımız vardır.

İşte bizi insan olarak özdeş kılan yanımız da tam burasıdır. Nitekim matematik ve mantık herkes için aynıdır. Duygularımızla kavradığımız yücelik, etik, hakikat ve estetik gibi yüksek değerler de herkes için aynı istemlerle yüklüdür.

Gerçi değer yaşamımızda sürekli bir değişme ve değişkenlik görünür; fakat bu bizzat değerlerin değişkenliğinden değil, sadece somut değer yargılarının değişmesinden kaynaklanır ve haklılığını da bireyin onurunda bulur.

İnanları özdeş kılan bu temel gerçek bilinince sen-ben karşıtlığının aşılmasında yukarıdaki iki ahlâki ilke ile yetinemeyeceğimiz açığa çıkar. Nitekim aşağıdaki ilkeler de aynen geçerlidir.

“Başkasının kendisine yaptığı yâda ona yapılan her şey bizzat sana yapılmış demektir” ve “Senin bizzat kendine yaptığın şey de başkalarına yapılmış demektir”.

Birisi kendisini yâda başkalarını aşağılarsa, kendimizi de aşağılanmış olarak duyumsarız.

MEVLÂNA’nın derin bakışı ile

Mümkün mü bu, olsun ruhumuz ilgisiz?
Sen bende ve ben sende doğar, gizleniriz.
Sen ben deyişim anlatabilmek için,
Sen ben aramızda yok ki, gerçekte biliriz.