Yaşamdan Sorumlu Olan

Yaşamdan Sorumlu Olan
Yaşamdan Sorumlu Olan

Çok kez slogan gibi yinelenen bir deyimle yaşamdan sorumlu olanın eğitim ve öğrenim olduğu doğru diye kabul edilebilir. Bunun için de, bu deyimin bir ön yargı, boş bir söz olmadığı, onun belli bir gerçeği dile getirdiği açıklanmalı, en azından buna işaret edilmelidir; söz konusu olan bütünü ile yaşam ve onun geleceğidir.

Sorumluluk birey olarak insana özgüdür, çünkü sorumluluğun gerektirdiği bilinç ve duygu ondadır; bilinci ile yaşamı ve tümüyle varlığı temsil eden odur, bireydir.

Varlık kavramı ancak, bir bilincin onu fark etmesi ile anlam kazanır; bilinmeyen bir nesnenin ne bir anlamı ne de bir önemi olabilir. Bu saptama iledir ki, birey olarak her insanın her şeyden önce ve asıl kendine karşı ve kendinden sorumlu olacağı açığa çıkmaktadır.

Bu sorumluluğun anlaşılabilir(makûl) nedeni şudur: İnsan olarak birey, sahip olduğu bilinci ile varlığa anlam katmakla bir bakıma varlığı var eden bir etken olarak kabul edilebilir. Bu durum ise, tümüyle varlığın anlamından sorumlu olan bireyin, özellikle kendi varlığından sorumlu olacağını açıkça ortaya koyar.

İnsanın sorumluluğu, kendini gerçekleştirme sorumluluğudur. İnsanın “kendi” dediğimiz yanı da onun anlam yanıdır; özel deyimi ile “tinsel yanı”dır. Onun, doğa yasalarına tabi olan “beden” yanı, bu yasalar gereğince kendinden gelişip, kendi kedini gerçekleştirir. “Anlam” yanını ise, bireyin kendisi gerçekleştirmekle yükümlüdür; çünkü insanın bu yanı doğa yasalarına tabi değildir.

İnsan, insan olarak var olabilmek için anlam yanını geliştirmekle yükümlüdür. Yaşam da insan olarak her bir bireyle var olur. Yücelik, ahlâk, hakikat ve estetik dediğimiz değerler yalnızca insanda, bireyin manevî yanında mevcuttur, varlığını bireye borçludur. Bedenin büyük olan önemi, bu değerlerin taşıyıcısı olmasından gelir.

Buna göre, bireyin kendisi de içinde olmak üzere tüm varlığın anlam kazanması bireyin içindeki yücelik değerinin dışında(çünkü tanrısal değerleri insan gerçekleştiremez) bu yüksek değerlerin gerçekleştirilmesine bağlıdır, diyebiliriz. Bu da, sözü geçen değerleri algılayıp bilmek, onların içeriğinin ne dediğini öğrenmekle olanaklıdır.

İşte, bu bilme ve duyumsamanın doğruluğunu, genel geçerliliğini sağlayacak olan, eğitim ve öğrenimdir. Eğitim, her şeyden önce özgür düşünceyi gerektirir. Hakikati yakalayabilmesi için, onun mantık gibi iç koşullardan başka, onların dışında hiçbir koşul ve otoriteye bağlılığı düşünülemez. Zihinsel bir eylemin “düşünce” adına lâyık olabilmesi için özgür davranması, hiçbir önyargıya yada dogmalara dayanmaması gerekir.

Büyük filozof DESCARTES(Dekart) bunu, akıl süzgecinden geçirmediği her bilgi ve düşünceyi kafasından atmakla sağladığını söyler. Ve bu, bir iç temizliğidir ve böyle olmakla ahlâki bir değer taşır.

Bir bilgi mantığa uygun(çelişmesiz) olmakla doğru olabilir, konusuna uygun bulunmakla hakikat da olabilir; ama her zaman yapılabilecek bir eleştiriye açık değilse o bilgi bilimsel bir nitelik kazanamaz ve böyle olmakla da bireyin ve insanlığın evrimine bir katkısı olamaz ve anlamdan uzak kalır.

Diğer yandan bilindiği üzere, hakikat değeri de içinde olmak üzere bütün yüksek değerler duygu ile kavranır. Bu kavrama ise teorik bir kavrama, salt bir bilgi işlemi değil, daha çok bir benimseme, algılanan değerin içselleştirilmesi işlemidir. Bu, akıl ve duygunun birlikteliğinden doğan “vicdan” dediğimiz ir organın işi ve işlevidir.

Bunun içindir ki, insanın aklı kadar vicdanı da özgür olmak durumundadır; ancak aklı ve vicdanı özgür(hür) kişiler varlığın anlamını algılayıp onun barış ve insanlık yolunda ilerlemesine katkıda bulunabilirler.

Düşüncenin özgür olmasını eğitim sağlıyorsa, vicdanın özgür olmasını da öğrenim sağlar diyebiliriz; çünkü vicdanı boş inançlardan kurtaracak olan öğrenimdir.

Sonuç olarak, yaşamın gerçek sorumlusunun eğitim ve öğrenim olduğundan kuşku duyulamaz. Yaşla başla, üstelik dışardan verilmekle gerçekleşemeyecek bu eğitim ve öğrenimin sorumlusu da bireyin bizzat kendisidir.