Gülser Anne`den Tavsiyeler-22 (Apartman Çocuğu...)

Gülser Anne`den Tavsiyeler-22 (Apartman Çocuğu...)
Gülser Anne`den Tavsiyeler-22 (Apartman Çocuğu...)

Önceleri müstakil evlerde, yürümeye başladığından itibaren çıplak ayacıklarıyla toprağa basmanın keyfiyle, o kendisinin olduğunu bildiği, bahçesinde gökyüzünü de görerek güle oynaya salıncağına koşan çocuklar vardı. Dedeleri belki tahtadan at da yapardı onlara, nineleri çetik- çorap örerdi, üşümesin diye yün pantolon ve kazaklar... Hele hele yelekler ise vazgeçilmez olanlarıydı kış için.

Biz artık şehirdeyiz ya, gözümüz kayıyor, duygu yoğunluğu yaşıyoruz üst üste binaların aralarında, camın demirlerine yapışıp dışarıyı anlamaya çalışan ama cıss olan pencerelerde büyüyen çocukları görünce.

Bu kadar ilerisini düşünmemiştik düşünemezdik, 3-5 katlı binalarda veya lojmanlarda yaşayan çocuklara apartman çocuğu denirdi o zamanlar, parlak ayakkabılar, cici kıyafetleriyle temiz temiz bir yerlere gitmek için çıkarlardı büyükleriyle beraber evlerinden apartman çocukları. Dışarıda sümükleri akarken ellerindeki ekmek parçasını ısırmaya çalışmazlardı, bilmezdik ama herhalde onların evlerinde yere sofra bezi serilip siniye yemek hazırlanmazdı da...

Yıllar yıllar...

Şimdinin doğası artık okul öncesi, ana okulları, yuva ve kreşlerde sanki gerçek bahçeymiş gibi zemin yeşille kaplanıyor, duvarlarda gövdesi kahverengi, yukarısı yeşil boyadan ağaç resimleri, aralarında kırmızı toplar, belli ki elma ağacı veya başka başka da ağaçlar, hele iki salıncak, bir de tahterevalli koyunca tastamam bahçe sana:) tamam. O resimle büyüyen, ağaca da çıkılacağını bilmeyen çocuklar ahh...

Ne zevklidir aslında ağaca tırmanmak, dallar arasında ilerlemeye çalışırken dengeyi ayarlamak, biraz daha yukarıya, kirazlar orada, sonra erik ağacına, dalları incedir haa, dikkat :) İncirden düşmeyen yoktur neredeyse... Üstümüz leke içinde, yüzümüzde ne yediğimizi saklayamadığımız meyvelerin boyası, biraz duttan, biraz vişneden.

Kırsallarda, taşralarda bu güzellikleri yaşayan ve şanslarının farkına varmayanların da, yıllar sonra özlemini çekeceği devri zamanları yaşıyoruz. O kocaman upuzun, ışıltılı, pahalı binalarda yaşayan çocuklarımızın her şeyi var mı gerçekten? Büyüdük, belki artık “bizim zamanımızda...” diyen nesilden olduk ve oyunlarımıza “eski” diyoruz maalesef ama biz o oyunları çok seviyorduk. Uçurtma, yakan top, birdirbir, bezirgan, körebe, ip atlama, beş taş, aldım verdim ve daha bir çok oyun... Ve maalesef oynarken düşüp dizleri kanamıyor ki tükürüğüyle silsinler, elleri yüzleri toprak olamıyor ki çeşmede yıkarken çamurları aksın?

“Çocuklarımız, çok şey kaybediyorlar yazık... Olanı kurtarabilseydik” diyor Gülser anne, güzden ektiği rokaları biraz sonraki salatada kullanmak için toplarken :)

Ruhumuzdaki çocuğu korumak dileğiyle...