Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Boşanma Davalarına Yansıması
1. GİRİŞ
Bireyin biyolojik, iktisadi ve sosyal varlığı ile çok yakından ilgili olan aile hukuku, bütün dünyada ve Türkiye`de giderek eşler arası eşitliğin daha ağırlıklı olarak kabul edildiği bir hukuki yapılanma ve ilkesel değerlere yönelmiş bulunmaktadır. Ülkemizde de gerçek eşitliği temel alan bu anlayış doğrultusunda uygulama ve teoride büyük gayretler gösterilmiştir.
Aile hukukunun en hüzünlü bölümlerinden birisini oluşturan boşanma olgusu, şiddete dayandığında daha dramatik bir görüntü sergilemektedir. Eşit olmayan güç dağılımında aile içerisinde şiddete en fazla maruz kalan kadının kişilik değerleri ile sosyal, ekonomik, kültürel ve hukuki anlamda haklarının korunması gereği aşikardır. Bu yönü ile aile hukuku, mukayeseli hukukta da büyük gelişmeler kaydetmektedir. Türkiye de sosyal, akademik ve hukuk uygulamaları bakımından bu gelişmelere paralel olarak ilerlemektedir.
Evlenme ve aile ilişkileri, tarih boyunca insanların büyük merak ve ilgi alanı içerisinde bulunmuştur. Evlenme törenleri de geçmişten günümüze kadar tüm toplumlarda kültürel yapının önemli bir öğesini teşkil etmiştir.
Toplumların bazı ahlaki ve kültürel değerlerinin zaafa uğraması, şehir hayatının yoğunlaşması ve insan kişiliğini çepeçevre sarması sonucu toplumların temeli olan aileyi yıkıma götüren aile içi şiddet ve boşanma olgusu birey, toplum ve hukuk açısından gittikçe daha önemli bir hal almıştır.
Yapılan araştırmalar kadınların mevcut ya da ayrılmış oldukları eşleri tarafından saldırıya uğrama ihtimallerinin çok yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Yapılan son bir istatistiğe göre dünyada her 17 saniyede bir kadın erkeği tarafından dövülmektedir.
Tatbikatçı bir hukukçu olarak tarafımızdan eşlerin birbirlerine uyum sağlamalarının evlilikte temel unsur olduğu, bu uyumun bozulmasının dengeleri sarsarak sonuçta kendisini aile içi şiddet ve boşanma olarak gösterdiği gözlemlenmiştir.
Araştırmalarımız sırasında aile içi şiddetin her sosyal kesimde var olduğu ve hatta giderek daha da yaygın bir hal aldığı gözlemlenmiştir. Türkiye şartlarında şiddete maruz kalan eşin –istisnalar dışında bu eş kadındır– sosyal, kültürel ve ekonomik eşitsizlik sebebiyle haklarının ne olduğunu tam olarak bilemediği veya bilse dahi tümüyle kullanamadığı da gözlemlenmiştir.
Türk medeni hukuku ile kadın hakları hareketlerindeki gelişmeler de konunun boyutunu, çeşitliliğini ve zenginliğini vurgulamaktadır.
2. GENEL BİLGİLER
2.1. TANIM
2.1.1. AİLE
Kan bağlılığı, evlilik ve diğer kanuni yollardan aralarında akrabalık ilişkisi bulunan, çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan, bu bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı temel bir toplumsal birimdir. Başlangıçta çok geniş bir topluluktan müteşekkil olan aile gittikçe küçülerek günümüzde ana, baba ve çocuklardan ibaret olan “yuva tipi” veya “çekirdek aile”denen dar kadrolu bir topluluğu ifade eder hale gelmiştir.
2.1.2. ŞİDDET
Şiddet, bireylerin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelenmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziki veya herhangi bir şekildeki hareket, davranış veya muameledir.
Şiddetin kaynağı eşitsiz güç ilişkileridir. Şiddet, güçlünün güçsüze iradesini kabul ettirme biçimidir. Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı (Viyana, 1993) kadına yönelik şiddeti “Kadınların fiziksel bütünlüğünü, bireysel özgürlüklerini ve temel haklarını tehdit eden davranışlar” olarak tanımlamıştır.
20 Aralık 1993`te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu`nda kabul edilen “Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirisi”nde, kadına yönelik şiddet, gerek kamu yaşamında, gerekse özel yaşamda kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik olarak zarar veren veya zarar verici sonuçları olması muhtemel, cins temeline dayalı her türlü davranış olarak kabul edilmiştir. Bu davranışlar, tehdit imalarını, zorbalık veya özgürlükten keyfi olarak yoksun bırakmayı içerir. Ayrıca, klitorisin bir kısmının veya tamamının çıkartılmasını ifade eden eksizyon ve küçük labyaların tamamının ve büyük labyaların bir kısmının küçük bir açıklık bırakılarak çıkartılmasını ifade eden infibulasyon gibi cinsel sakatlamalar da bu tanım içerisinde yerini bulur. Daha pek çok uluslararası belgede, kadına yönelik şiddet benzer biçimde, kadının belirli bir biçimde davranması veya davranmaması amacı ile yapılan fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik her türlü baskı olarak tanımlanmıştır.
1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu`nda kabul edilen “Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirisi”nin 2. maddesine göre;
“Kadına yönelik şiddet; aşağıdakileri de kapsayan, ancak onlarla sınırlı olmayan bir biçimde anlaşılmalıdır.
Aile içinde cereyan eden ve dayak atmayı, evdeki küçük kız çocuklarına yönelik cinsel suiistimali, çeyize ilişkin şiddeti (Hindistan`da görülen bu şiddet türünde, getirdikleri çeyize el konulmak amacı ile genç kadınlar, kaza süsü verilerek diri diri yakılırlar. Erkek daha sonra da başka bir kızla evlenmektedir), evlilikte ırza geçmeyi, kadınların sünnet edilmesini ve kadınlara zarar verici her türlü geleneksel uygulamaları, eş dışındakilerin şiddetini ve suiistimale yönelik şiddeti de içeren fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet;
Genel olarak içinde yaşanılan toplumda meydana gelen ve ırza geçmeyi, cinsel suiistimali, işyerlerindeki, öğrenim kurumlarındaki ve başka yerlerdeki cinsel tacizi, kadın ticaretini ve fahişeliğe zorlamayı da içeren her türlü fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddet;
Nerede meydana gelirse gelsin, Devlet tarafından uygulanan fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddettir.”
Şiddet içeren suçlar genelde “kapalı yer suçları”dır. Ya dört duvar arasında ya da ücra mahallerde işlenirler. Bu durum cinsel suçlarda kendisini daha bariz bir şekilde gösterir. IX. Milletlerarası Ceza Hukuku Kongresinde de, cinsel davranışlara ceza hukukunun ne ölçüde müdahale etmesi gerektiği konusunda şöyle denilmektedir: Bu nevi hareketler genellikle gizli olarak cereyan ettiğinden, takipleri çok güç olmakta ve sonuçta kanun hükümleri ölü maddeler halini almaktadır. Kanunun tatbiki hususundaki imkansızlık mantıken bu suçları kanunlardan silmek lüzumunu telkin eder.” Ancak, buna karşı çıkılmış ve böyle bir telkinin sonucu bu suçların ilga edilmesinin, söz konusu davranışların tasvibi anlamına geleceği söylenmiştir. Bununla beraber genel anlayış bu tip suçların adedinin asgariye indirilmesi istikametindedir. Böylece kanunla ahlak arasında çok daha açık bir ayırım yapma gereği ortaya çıkmıştır.
2.1.3. AİLE İÇİ ŞİDDET
Aile üyelerinden biri tarafından aynı ailedeki bir diğer üyenin yaşamını fizik veya psikolojik bütünlüğünü veya bağımsızlığını tehlikeye sokan, kişiliğine veya kişilik gelişimine ciddi boyutlarda zarar veren eylem veya ihmaldir. Genelde 5 alt grupta değerlendirilir.
- Fiziksel şiddet: Dövme, tokatlama, tekmeleme, yakma gibi eylemlerin yer aldığı şiddet türüdür.
- Cinsel şiddet: Seksüel motivasyona bağlı yapılmış şiddet türüdür. Koca, karısı ile zorla cinsel ilişkide bulunursa fena muamele gibi kabul edilir. Bu şekilde kadına eza ve cefa yapılması kimi durumlarda psikiyatrik bir bozukluğu ifade eder.
- Duygusal şiddet: Sevgi göstermeme, aşağılama, devamlı eleştirme, kıskançlık, reddetme gibi eylemlerin yer aldığı şiddet türüdür.
- İhmal: Daha çok çocuklar ve yaşlıların maruz kaldığı istismar türüdür. Kişinin sosyal ve maddi ihtiyaçlarını gidermeme, bunları sağlamada ihmal göstermektir.
- Ekonomik istismar: Yaşlılarda özellikle çok rastlanır. Kişinin parasını yönetmek, şahsa ait paraya veya kazanç sağlanmasına izin vermemek gibi.
2.2. AİLE İÇİ ŞİDDETİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
İstismarı uygulayan kişilerin genellikle özgeçmişlerinde yaşanmış şiddet olguları bulunduğu görülmüştür. İstismar eden bireylerin çoğunlukla şiddetin varolduğu ailelerden yetiştiği gözlenmektedir. Alkol ve/veya madde bağımlılığı bulunması ile tanımlanmış kişilik bozuklukları ya da psikiyatrik hastalığı bulunan kişilerde daha yoğun sıklıkla rastlandığı gözlenmektedir.
Bireyler arası dinamikler de aile içi şiddeti etkileyen faktörlerdendir. Bunlar; düşük düzeyde evlilik içi tatmin, bireylerin agressif hareketler sergilemesi, ideoloji, ırk ve din farklılıkları, bir eşin özellikle kadının mesleğinin diğerinden daha iyi olması, daha fazla gelirinin olması, iletişim kurma yoksunluğu (özellikle çocuk ve yaşlılarda), evliliğe duyulan aşırı bağımlılık ve her tür güçsüzlüktür.
Çevresel stres faktörlerinin aile içi şiddette rol oynadığı ileri sürülmektedir. Bunlar; ekonomik stres, iş stresi, işsizlik, sosyal izolasyondur.
Tüm bunların yanı sıra konunun kültürel boyutu ele alındığında daha farklı yaklaşımlar ve faktörler de ortaya konmuştur. Erkek egemen evlilikler aile içi şiddete daha açık olmasına karşın, eşitlikçi evliliklerde şiddete daha az rastlanmaktadır.
2.2.1. AİLE İÇİ ŞİDDETE MARUZ KALMIŞ KİŞİLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Aile içi şiddete maruz kalmış kişilerde genelde şu özelliklerin bulunduğu görülmektedir. Aile içinde belirgin bir pozisyonları vardır (en küçük ya da en büyük olma gibi). Aile içinde genelde herşeyin suçlusu görülme eğiliminde, günah keçisi pozisyonundadırlar. Kurbanın mental (zihinsel) ya da bedensel özürlü olma ihtimalinin yüksek olduğu da görülmektedir. Şiddetin tekrarlandığı, şiddete tekrar tekrar maruz kalındığı tespit edilmiştir.
Aile içi şiddete maruz kalanlar temelde 3 ana grupta görülmektedir. Bunlar kadınlar, çocuklar ve yaşlılardır. Kadınlara yönelik istismarı da 4 grupta toplamak mümkündür. Bunlar 1.Fiziksel istismar, 2.Cinsel istismar, 3.Duygusal istismar, 4.Ekonomik istismardır.
2.2.1.1. FİZİKSEL İSTİSMAR
Kadının eşi veya partneri tarafından fiziksel saldırıya maruz kalmasıdır. Bu tür bir istismara maruz kalan kadınlar genellikle ciddi bir sorun olmadığı sürece acil servise veya doktora başvurmazlar. Başvurduklarında ise gerçek nedeni saklamaya çalışırlar. Bu tutumun sebebi ayrılmanın getireceği maddi problemler ve sosyal sorunlar ile başa çıkamama korkusudur. Fiziksel istismara maruz kalan kadınlar pasif, kötümser ve aile içindeki şiddetten dolayı kendilerini suçlayan bir davranış içerisindedirler, sıklıkla intihara teşebbüs ederler ve bir kısmında ise kişilik bozuklukları, depresyon veya şizofrenik eğilimler gözlenir.
2.2.1.2. CİNSEL İSTİSMAR
Kadının rızası dışında cinsel ilişkiye zorlanmasıdır. Fiziksel istismar ile birlikte görülür. Pek çok kadında psikosomatik semptomlar vardır. Baş ağrıları, sırt ve pelvik ağrıları, uzun süreli ağrı kesici, trankilizan kullanma fakat buna rağmen şikayetlerin geçmemesi, hamilelerde düşük veya erken doğum yapma hikayeleri bulunur.
2.2.1.3. DUYGUSAL İSTİSMAR
Fiziksel veya cinsel istismar ile birlikte olabildiği gibi tek başına da görülebilmektedir. Çoğunlukla aşağılama, bağırma, yetersiz olduğunu söyleme, hiçbir şey beceremediğini, çocuklarına bakamadığını söyleme, patolojik ölçüde kıskançlık, korkutma, gizliliği bozma, batıl inançlar veya paranoya düzeyinde inanmama, ne yaptığını araştırma şeklinde kendini gösterir.
2.2.1.4. EKONOMİK İSTİSMAR
Çalışan kadının parasını elinden alma, ekonomik anlamda onu kullanma şeklinde kendisini gösterir. Özellikle erkeğin çalışmadığı durumlarda çok fazla gözlenir.
2.3. KADINLARIN MARUZ KALDIKLARI ŞİDDETİ DURDURMADA KARŞILAŞTIKLARI ENGELLER
2.3.1. DUYGUSAL ENGELLER
Çaresizlik ve yetersizlik duyguları, gelecek ve değişme korkusu, “benim kabahatim, yetersizliğim” düşüncesi duygusal engellerdir.
2.3.2. SOSYAL ENGELLER
Aile ve arkadaş baskısı, yasal ve sosyal yardımın olmaması sosyal engellerdir. Evlilikten ayrılma süreci, kocanın şiddetin dozunu yükselttiği dönemdir. Ayrıldıktan uzun zaman sonra da kadın kocanın şiddetine maruz kalma riski altındadır.
Kadının dayak yemesi çevresi ve resmi kurumlar tarafından doğal karşılanıp, aile içi özel sorun olarak nitelendirildiğinden, polis genellikle aile içi şiddeti “karı-koca ve aile fertleri arasına girilmez” düşüncesi ile örtbas etmeye çalışmaktadır.
2.3.3. EKONOMİK ENGELLER
İşsizlik ve kadının çocuklarıyla birlikte gidebileceği bir yerinin olmaması ekonomik engelleri teşkil eder.
Çalışan kadın, cinsiyet ve yaş itibari ile belli bir kategori teşkil eden ve fiilen de ekonomik hayatın içinde bulunan kadınları ifade eder. Çalışan kadın iş hayatı ile aile hayatının getirdiği sorumlulukları dengeleme çabası içerisindedir. Böylece hem evde hem işte çalışmak zorunda olan kadınların ikili yükü denilen sorun ortaya çıkmıştır. Aile hayatı lehine denge bozulduğunda, iş hayatında ikinci sınıf çalışan olma durumunda kalınırken, iş hayatına ağırlık verildiğinde ise aile hayatından taviz verilmekte, bu da kadını ruhsal çöküntüye itmektedir .
Ülkemizde Balkan savaşından önce sadece belirli ekonomik olaylarda yer alan kadınlar, Balkan savaşı ve I. Dünya harbi ile birlikte hastanelerden ticarethanelere, hükümet dairelerinden fabrikalara kadar çok geniş bir alanda faaliyet göstermeye başlamışlardır. Cumhuriyetle birlikte bu faaliyet alanları daha da genişlemiş olmasına rağmen Türkiye`de kadınların işgücüne katılım oranları son derece düşüktür. Yapılan bir araştırmaya göre bu katılım sürekli bir azalma göstermektedir. 1955 yılında çalışma yaşındaki kadın nüfusunun %77`si işgücüne dahilken bu oran 1990`da %34.0`a, 1992`de %32.5`e, ve Ekim 1995`te ise %30.7`ye gerilemiştir. Ekim 1995 verilerine göre, şehirde kadının eğitim düzeyi yükseldikçe, işgücüne katılımı da yükselmekte, fakülte ve dengi okul mezunu kadınlarda işgücüne katılım oranı %71.1`e ulaşmaktadır. Boşanmış kadınlarda işgücüne katılım oranı %42.8`e yükselirken, evli kadınlarda %12.8`e kadar düşmektedir.
Gelişmiş-sanayileşmiş ülkelerde kadınların çalışma sorununu inceleyen OECD uzmanları, iyi bir kazanç söz konusu olmadığı için çalışma alanına çekilemeyen kadınları ekonomik yaşama etkin bir biçimde katabilmek için “onlara çocuklarına baktırmak için sarf edeceklerinden daha fazla net ücret ödeneceği güvencesinin verilmesi ve buna göre gerekli ücret düzenlemelerinin yapılması yada onların çocuklarını bir başkasına emanet etmelerine gerek bırakmayacak bir sistemin uygulanmasını” temel koşul olarak görmektedirler.
Kadına her alanda erkekle eşit şekilde öğrenim görme imkanı tanınmış olmasına ve bu kadar uzun zaman geçmesin rağmen, kadın için uygun görülen meslekler sınırlıdır. Bu konuda yapılan araştırma sonuçlarına göre halen öğretmenlik, hemşirelik ve çeşitli kamu ve özel kuruluşlarda memurluk gibi meslekler kadın için öngörülmektedir. Ailenin bir sevgi ve şefkat yuvası olduğu herkesçe kabul edilir. Aile hakkında büyükanne ve büyükbabalarla anne ve babalar arasında şiddet içermeyen tartışmalar akla gelir. Ev içi şiddet, çoğunlukla sır olarak saklanır. Son yıllarda aile içi şiddet konusunda basın yayın organlarının ve halkın konuya olan ilgisi artmıştır. Bu tür sorunlar, dünyanın hemen hemen her yerinde görülmektedir .
3. ARAŞTIRMANIN MATERYAL ve METODU
a) Araştırmanın Amacı: Kadına yönelik aile içi şiddetin boşanma davalarına yansımasını mahkeme kararlarını inceleyerek araştırmaktır.
b) Araştırmanın Metodu: Bu amaçla Kadıköy 1., Beykoz 1. ve İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemelerine ait dosyaların 1998 yılı ilk üç ayına ait bölümü –toplam 240 dosya– incelenmiştir. Bu adliyelerin seçimi yapılırken İstanbul için genel fikir oluşturulabilecek biçimde bir dağılımın sağlanması amaçlanmıştır. 1998 yılının seçilmesinin amacı; açılmış olan davaların araştırma esnasında sonuçlanması için gerekli sürenin geçmiş olmasını sağlamaktır. Bu yılın ilk üç ayının araştırmaya dahil edilmesi kararı öncelikle yapılmış olan ön araştırma sonucunda verilmiştir. Söz konusu mahkeme kalemlerinden yıllık dosya adedi, bunun yanında konumuzla ilgili dosya sayısı tahmini olarak öğrenilmiş ve üç aylık bir süredeki dosya sayısının çalışmamız için yeterli materyali sağlayacağı kanaatine varılmıştır.
c ) Veri Toplama Tekniği: Öncelikle ayırım yapılmaksızın bu süredeki tüm dosyalar taranmış boşanma dosyaları ayrılmıştır. Daha sonra bunların içerisinden de boşanma sebebi olarak kadına yönelik aile içi şiddetin söz konusu edildiği dosyalar belirlenmiştir.
d) Veri Değerlendirme Tekniği: Bunların içerisinden kararı kesinleşmiş olanlar –ki tamamı kesinleşmiştir- “Bulgular” bölümünde incelenen parametrelere göre değerlendirilmiştir.
4. BULGULAR
GRAFİK 1: 1998 yılı ilk üç ayına ait toplam boşanma dava sayısı incelenmiştir. Bu dönemde, Kadıköy`de 130, Beykoz`da 50 ve İstanbul`da 60 tane olmak üzere toplam 240 tane boşanma davası açılmıştır.
GRAFİK 2: Şiddet tespit edilebilen dava sayısı incelenmiştir. Toplam 240 dosya içerisinde 23 dosyada şiddetin varlığı belirlenebilmiştir. Bunların dışında şiddetin varlığını düşündüren alkol, kumar ve başka kadınlarla yaşama gibi olguları içeren 11 dosya daha mevcut olup bunlar grafikte gösterilmemiştir.
GRAFİK 3: Şiddet tespit edilebilen dosyalarda davacı tarafın eşlerden hangisi olduğu incelenmiştir. Dosyaların çoğunluğunda davacı taraf kadın olmasına rağmen şiddet uygulayan erkekler de davacı olabilmektedirler. Toplam 23 dosyanın 16 tanesinde kadın, 7 tanesinde erkek davacı olmuştur.
GRAFİK 4: Şiddet içeren dosyalarda dava kabul ve red oranı incelenmiştir. Kadınların açtığı 16 davadan 14 tanesi kabul edilirken 2 tanesi reddedilmiştir. Erkeklerin açtığı 7 davadan 2 tanesi kabul edilirken 5 tanesi reddedilmiştir. Böylece kadınların açtığı davalar %88 oranında kabul edilirken erkeklerde bu oran ancak %28`dir.
GRAFİK 5: Evlenme tarihinden dava tarihine kadar geçen evlilik süresi incelenmiştir. Süre dosyaların 5`inde 1 seneden az , 2`sinde 1, 1`inde 3, 2`sinde 4, 2`sinde 6, 1`inde 8, 1`inde 13, 1`inde 15, 3`ünde 17, 1`inde ise 18 senedir. Davaların çoğunluğu 1 seneden az olan evliliklerdedir. Davaların ilk 6 sene içerisinde yoğunlaştığı görülmektedir. 4 kararda süre belirtilmediğinden bu dosyalar grafiğe dahil edilmemiştir.
GRAFİK 6: Müşterek çocuk sayısı incelenmiştir. Çocuk sayısı 3 dosyada 1, 8 dosyada 2 ve 1 dosyada 3`tür. Dosyaların büyük çoğunluğunda çocuk sayısı ikidir. Kararda müşterek çocuktan bahsedilmeyen dosyalar grafiğe dahil edilmemiştir.
GRAFİK 7: Çocukların velayetinin hangi tarafa verildiği incelenmiştir. Velayet 5 dosyada anneye ve 2 dosyada babaya verilmiştir. Velayetin en fazla anneye verilmesinin sebebi, küçük çocukların bakım ve şefkat ihtiyacının en iyi şekilde anne tarafından karşılanabileceğinin kabul edilmesidir.
GRAFİK 8: Kadın için nafaka ve tazminata hükmedilen kararlar incelenmiştir. Dava esnasında tedbir nafakasına hükmedilip daha sonra kararın kesinleşmesiyle bu nafakanın yoksulluk nafakası olarak devam edeceğine karar verilen dosya sayısı “yoksulluk” bölümünde belirtilmiştir. Tedbir nafakasına hükmedilmeksizin sadece yoksulluk nafakasına karar verilen dosyaların sayısı ise “sadece yoksulluk” bölümünde verilmiştir. 1 dosyada yoksulluk nafakasına, 7 dosyada tedbir nafakasına, 1 dosyada sadece yoksulluk nafakasına, 3 dosyada manevi tazminata hükmedilmiştir. İncelenen dosyaların hiçbirisinde erkeğe bağlanmış bir nafaka ve verilmiş bir tazminat bulunmamaktadır. Ayrıca şiddet içeren bu dosyaların hiçbirisinde evlilik soyadını devam ettiren kadın bulunmamaktadır.
GRAFİK 9: Çocuk için nafakaya hükmedilen dosyalar incelenmiştir. Dava esnasında tedbir nafakasına hükmedilip daha sonra kararın kesinleşmesiyle bu nafakanın iştirak nafakası olarak devam edeceğine karar verilen dosya sayısı “iştirak” bölümünde belirtilmiştir. Tedbir nafakasına hükmedilmeksizin sadece iştirak nafakasına karar verilen dosyaların sayısı ise “sadece iştirak” bölümünde verilmiştir. 2 dosyada iştirak nafakasına, 3 dosyada tedbir nafakasına ve 1 dosyada sadece iştirak nafakasına hükmedilmiştir.
GRAFİK 10: Ayrı yaşama süresi incelenmiştir. Ayrı yaşadıkları belirtilip ayrı yaşama süreleri belirlenemeyen dosyalar “süre belirtilmemiş” bölümünde gösterilmiştir. 6 dosyada 1 seneden az, 2 dosyada 2, 1 dosyada 4 sene ayrı yaşama süresi olup 9 dosyada ise süre belirlenememiştir. Süre belirlenebilen davaların çoğunluğunda ayrı yaşama süresi 1 seneden azdır.
GRAFİK 11: Boşanma sebebi incelenmiştir. İncelenen dosyalar medeni kanun değişikliğinden önceki döneme ait olduğundan burada belirtilen kanun maddeleri eski medeni kanuna ait maddelerdir. Buna göre 13 dosya 134/1, 2 dosya 134/3, 1 dosya HUMK 193/3`e göre sonuçlandırılmış olup 7 dosya ise reddedilmiştir. En fazla boşanmaya MK. m. 134/1`e göre karar verilmiştir. MK. m. 130 kapsamında boşanmaya karar verilen dosya bulunmamaktadır. Hakimler ve mahkeme kalemleri ile yapılan görüşmelerde MK. m. 130 kapsamında açılabilecek davaların nizalı ise m. 134/1, değil ise 134/3`e göre açıldığı bildirilmiştir.
GRAFİK 12: Şiddet türü incelenmiştir. 5 dosyada manevi, 7 dosyada fiziksel şiddet mevcut olup 11 dosyada ise her iki şiddet türü de uygulanmıştır. Bu dosyaların 1 tanesinde tabip raporu alındığı, 1 tanesinde karakol ve savcılığa darp sebebi ile şikayet dilekçesi verildiği ve 1 tanesinde de Sulh Ceza Mahkemesi kararı ile müessir fiil mağduru olduğu belirlenmiştir.
*Bulgular bölümündeki grafikler için burayı tıklayınız.
*240 dosyanın tümü üzerinde yapılan incelemenin bulguları için burayı tıklayınız.
5. TARTIŞMA ve SONUÇ
Aile olgusu tarihten günümüze kadar öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Kişilerin ve hatta toplumların kader çizgisinde yer alan bu olgu, her zaman şiddet olgusunu da içinde barındırmıştır. Toplum hayatında bazı değerlerin erozyona uğraması sebebiyle şiddet, tüm ağır sonuçlarıyla artan bir ivme de kazanmaktadır.
Aile içi şiddete en fazla maruz kalan bireyin kadın olması erkek egemen kültürlerde kendisini daha bariz bir şekilde göstermektedir. Türk aile kültürü de erkek egemen kültürlerdendir.
Türk toplum yapısı da henüz kırsal kültürün ağırlıkta olduğu bir yapıya sahiptir. Ekonomisi kronik kriz içerisindedir. Kitlelerin günlük yaşam dertleri de öylesine yoğundur ki, “kadınların ezilişi” diğer sorunların yanında sanki hep ikinci planda kalmaya mahkumdur.
Kadınların, aile içinde uğradıkları çeşitli hak ihlallerine karşı olmalarına rağmen haklarını savunamamalarının önemli bir nedeni de eşleri tarafından kendilerine uygulanan şiddettir. Hatta kadınlar, eşlerinin dışında eşlerinin ailesindeki erkeklerin ya da kadınların, ya da kumalarının şiddetine de maruz kalabilmektedirler. Kırsal alanda yaşayan kadınlar şehirde yaşayanlara oranla daha fazla şiddete maruz kalmaktadırlar. Yapılan araştırmalar şiddet eylemlerinde sosyokültürel farklılıkların önemli bir rol oynamadığını ve kişilerin hangi kültürel katmanda olursa olsun bu tip davranışlara eğilimli olduklarını ortaya koymuştur. Kadının ve eşinin eğitim düzeyi yükseldikçe maruz kalınan şiddet azalmasına rağmen yüksek eğitim gruplarında da önemli oranlarda şiddet yaşanmaktadır ve şiddetin engellenmesi açısından kadının eğitim düzeyi, eşin eğitim düzeyine göre daha etkindir. Aile içi fiziksel şiddet nedeni ile adli mercilerce Adli Tıp Kurumuna gönderilen kadınlar üzerinde yapılan bir araştırmada bu sonuçları doğrulamaktadır.
Hak ihlallerinin önlenmesinde eğitimin önemli katkıları bulunması sebebiyle sadece kadınlara yönelik ve kadın sorunlarının çözümüne yardımcı olmak amacıyla yayınlar çıkartıldığını, kütüphaneler ve bilgi merkezleri kurulduğunu görmekteyiz. Yapılan bir araştırmaya göre harf devriminin kabul edildiği 1928 yılından 1996 yılına kadar kadınlara yönelik 195 tane süreli yayın (dergi- gazete-bülten) tespit edilmiştir.
Boşanmanın getirdiği –özellikle kadın açısından- ciddi psikolojik, sosyal, ekonomik ve hukuki sorunlar bulunmaktadır. Toplumumuzda halen özellikle boşanmış kadınlar hoş olmayan bazı ima, tutum ve davranışlara maruz kalmaktadırlar. 1950 öncesi, boşanma son derece ayıp karşılanırdı ve çok sık görülmezdi. Köyden şehre göç, ekonomik, toplumsal ve kültürel yapının değişmesi ile tüm olumsuz sonuçlarına rağmen aile içi şiddet ve boşanma davaları ciddi artışlar göstermektedir.
İncelenen mahkeme dosyalarında davacıların çoğunluğunu kadınlar teşkil etmektedir. Toplam 240 dosyadan 150 dosyada kad ınlar davacı olurken, 90 dosyada erkekler davacı olmuşlardır (Kadıköy`de 87 kadın, 43 erkek; Beykoz`da 28 kadın, 22 erkek; İstanbul`da 35 kadın, 25 erkek). Şiddet içeren dosyalarda da durum farklı değildir (16 dosyada kadınlar, 7 dosyada erkekler davacı olmuşlardır). Bu durum k adınların sahip oldukları hakları kullanma konusunda artık daha rahat hareket edebildiklerini göstermektedir. Ancak kadınların haklarını kullanma konusunda ülkemizin henüz tatminkar bir seviyeye geldiği de söylenemez.
İncelenen toplam 240 dosya içerisinde şiddet tespit edilebilen dosya sayısı 23`tür. Kararlarda şiddetten bahsedilmemekle birlikte, şiddetin varlığını düşündüren olguları içeren dosya sayısı 11 olup bunlar şiddet içeren dosyalara dahil edilmemiştir. Şiddet içeren dosyaların toplam dosyalara oranı %10`dur. Gerçek oranın bunun çok üzerinde olduğunu düşünmekteyiz.
Tatbikatçı bir hukukçu olarak mesleki tecrübelerimiz, boşanmayla sonuçlanan aile içi şiddet olgusunun belirlenmesinin son derece güç hatta kimi zaman imkansız olduğunu da göstermektedir. Boşanma talebi ile gelen müvekkillerin çoğu zaman anlaşmazlık nedenleri arasında şiddet olgusunu belirtmedikleri, bu olgunun ortaya çıkması halinde ise bunun davaya yansımasını istemedikleri gözlemlenmektedir. Bu durum yüksek öğrenim görmüş bayanlarda kendisini daha bariz bir şekilde göstermektedir. Nitekim, eski MK.`a göre şiddeti düzenleyen m. 130 kapsamında açılabilecek davalar da nizalı ise m. 134/1, değil ise 134/3`e göre açılmaktaydı.
İncelenen dosyaların sadece 1 tanesinde tabip raporu bulunmaktadır. Zaten yapılan bir araştırmaya göre, 1994 yılı içerisinde, İstanbul`da aile içi fiziksel şiddete maruz kaldığından, boşanma beklentisi ile adli mercilere müracaat edip Adli Tıp Kurumu`na gönderilen kadın sayısı da sadece 35`tir. Bu sayının bu kadar az olmasının sebebi, aile içi şiddete maruz kalan kadının öncelikle kendisini, daha sonra yakın çevresini ve ilk müracaat mercilerini de aştıktan sonra hekim karşısına gelebilmesidir. Bunlara bağlı olarak, en önemli sebep ise Yargıtay`ın, şiddetin ispatlanması ve bu yoldaki iddianın kabulü için , tabip raporu ibrazı veya resmi mercilere şikayette bulunulması şartını aramayıp, davanın şahit beyanı dahil her türlü delil ile ispatlanmasına imkan tanımasıdır.
Bu tespitlerin ışığında, aile içi şiddetin ortadan kaldırılması veya en aza indirilebilmesi için toplumun eğitim düzeyinin yükseltilmesi öncelikli olarak kendisini göstermektedir. Yapılan araştırmalar eğitim seviyesi yükseldikçe aile içi şiddet olgusunun azaldığını da göstermektedir.
Hukuk düzeninin fonksiyonu, sosyal ve kültürel ihtiyaçlara göre toplumun gerçek hayat ilişkilerini düzenlemektir. Buna göre sistem, aile içi şiddet olgusunun belirlenip, kayıt altına alınabilmesi bakımından en kolay şekilde işleyip, harek