Prof. Dr. Nevzat KOR
Bilge Kadın Araştırma Merkezi (BİLKA)`nınProf. Dr. Nevzat Korile yapmış olduğu röportaj:
- Hocam öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
İlkokulu beşinci sınıfa kadar Aydın’da okudum. İlkokula gitmek için 25 dakika yol yürümek zorunda kalırdım, yerler çamur yumuşak zemin ayağımız basınca toprak çöküyor, sonra trene binip 5 km öteye daha giderdim, sonra tekrar yürüyerek ancak okula böyle ulaşırdım. İlkokulda gaz lambasıyla ödev yapardık. Sonra İzmir’e taşındık. Beşinci sınıfı İzmir’de okudum orada lamba vardı ama yine küçük bir alanı aydınlatırdı şimdi her şey çok şey değişti.
Ortaokul ve lise tahsilimi İzmir’de yaptıktan sonra üniversite tahsili için 1950 yılında İstanbul’a geldim. O zaman Türkiye’de sadece 3 üniversite vardı. Bunların ikisi İstanbul’da biride Ankara’da bulunuyordu. Bu yüzden üniversite tahsili yapacakların ya İstanbul’a ya da Ankara’ya gelmesi gerekiyordu. Bende bu vesile ile İstanbul’a geldim. Hatta üniversiteyi bir tarafa bırakalım lise dahi çok sınırlı yerde mevcuttu. Mesela Ege bölgesinde bir bilemediniz iki vilayette lise vardı. Günümüze baktığımızda her vilayet merkezinde bir üniversite var, çok sayıda lise ve dengi okullar bulunuyor. Bu bakımdan ülkemizde büyük bir değişiklik oldu. Bilhassa 1950 yılında Adnan Menderes hükümeti döneminde başlayan Türkiye’deki demokratikleşme sürecinde eğitimde de büyük bir gelişme yaşandı.
- İTÜ İnşaat Mühendisliğiyle başlayıp daha sonra bu bölümden çevre sorunlarıyla ilgilenen bir alana yönelmenizin nedeni nedir?
İTÜ İnşaat Mühendisliği’ni okuduktan sonra bölümde asistan olarak kaldım. Üniversite de doçentlikten sonra göreve yönetici olarak devam ettim. Üniversitede bölüm ismini şehir düzenlemesi yerine çevre düzenlemesi olarak değiştirdik. Çevre bütün dünyada oldukça önemsenen bir konu, Avrupa ve Amerika bu konuda çok daha öndeler.
Dünyanın her yerinde ise çevreyi en fazla etkileyen şey sanayi. Zararlı atıklar, kimyasal gazlar, çöpler bu konularda bir arıtma önlemi alınmadığında çevreye yönelik sorunlar ortaya çıkıyor, üniversitede bu konulara el atmak istedik, öğrencilere bu sorunlar üzerine çalışmalar yaptırdık, TÜBİTAK ile birlikte çevre sorunlarına yönelik projenin ilkini gerçekleştirdik, İzmit körfezinin kirliliği üzerine bir projeydi bu.
- Üniversitede kalmaya nasıl karar verdiniz? Neden akademisyen olarak devam etmek istediniz?
Üniversitede çok düşük maaş almakla beraber bu yolla halka hizmet etmek benim için önemliydi. Çünkü mühendis yetiştiren yerdesiniz, mühendislere hem en iyi bilgiyi hem de bilginin yanında iyi bir yaşantının da şart olduğunu öğretmek bu şekilde mümkün. Yoksa mezun olduktan sonra kendi maddi menfaatleri icabı yanlış projelerde çalışmayı tercih edebiliyorlar. Mühendislerin iyi yetişmiş olması, yanlış uygulamalardan ve yanlış alınan kararlardan ülkenin zarar görmesini önlemiş olacak. Türkiye’nin temel meselelerini daha iyi tahlil edip çözüm üretme fırsatı olarak gördüm üniversitede olmayı.
- Çevre sorunlarıyla ilgili neler yaptınız, hangi projelerde yer aldınız?
1960’da doktora tezim Haliç’teki kirlilik üzerineydi. Ayda bir sanayicileri topluyorduk, arıtma tesisleri ve bunların maliyetini anlatıyorduk, doktora çalışmam sırasında 1960 ihtilali oldu, o zamanki vali ile devlet başkanı Haliç’te gezerken devlet başkanı nedir bu Haliç’in hali? diye valiyi azarlıyor, daha sonra Sağlık müdürü üniversiteye geliyor bu konuyla ilgili neler yapılabilir diye, o dönem ben çalışıyorum Haliç’in kirliliği ile ilgili. Asistan maaşıyla Haliç’i temizleme çalışmaları yapmak zor tabi. Devlet Başkanının baskısıyla Haliç’i temizlemek için bazı kaynaklar ayrıldı. Haliç’e yönelik kirlilik verileri, neler yapılması gerektiği ile ilgili ilk çalışmalar yapıldı. Bedrettin Dalan İstanbul Belediye Başkanı oldu o sıralar, Özal, Dalan’a İstanbul’da öyle şık işler yap ki bunlar bizim iktidarımızı kolaylaştırsın gibi şeyler söylemiş. Bu sayede Haliç’in etrafındaki sanayiler ve fabrikalar yıkıldı, fabrikalar başka yerlere Tekirdağ, Kırklareli gibi şehirlere taşınmaya başladı.
- Marmara Bölgesi doğal özellikleri açısından çok zengin ve aynı zamanda da önemli bir sanayi bölgeyi. Marmara’da sanayinin kimyasal atıklarını çevreye bırakmasının önüne neden geçilemiyor?
İstediğin kadar kirliliği temizle, bunun kesilmesini önlemek için temizlemek değil, kirliliğin önlenmesini sağlamak gerekmektedir. Kirliliğe neden olan sebepleri ortadan kaldırmak gerekir. Eskiden doğu ülkelerine giderdim üzülürdüm, batı ülkelerine giderdim üzülürdüm, hepsinde fabrikalara yönelik arıtma tesisleri yapılmış, bunlar bizde ancak 1985’den sonra başladı. Sanayinin desteklenmesi bir yandan çevre kirliliğine yol açtı ama çevreyi korumaya yönelik alınan önlemler de geç kalındı.
- Örneğin Dilovası, gerçekten gözle görülür bir boyutta bir hava kirliliğine sahip, orada yaşayan insanlar zehirli gazları soluyor, yapılan araştırmalarda kanser vakalarının çok ciddi arttığı görülüyor ama alınan etkili önlemler neden yok?
Bir alana ya sanayi bölgesi kurarsın ya da oturma izni verirsin, hem sanayi bölgesi, hem de yerleşim alanı olması ve arıtmaya yönelik önlemler alınmaması hem çevre hem de insan sağlığı açısından oldukça riskli ortamlara yol açıyor. Aynı yerde hem sanayi hem yerleşim yanlış. Şimdi Şehircilik ve Çevre Bakanlığı kuruldu, inşallah bu alanlara yönelik etkili değişiklikler yaparlar.
Şehircilik ve çevre birlikte ele alınması gereken konular aslında, her taraf bu ülkenin ve her coğrafyası çok değerli. En önemli verimli arazilerde sanayi yapılıyor, verimsiz alanlarda da hiçbir şey yapılmıyor. Çalışmalar ve uygulamalar bütün Türkiye’yi kapsamalı. İşsizlere iş bulalım, sanayi gelişsin diye işyerlerine öncelik verilmiş ama çevreye verdiği zararlar ihmal edilmiş.
- Türkiye’de geçmişe kıyasla belediyecilik ve yapılaşma sorunları azaldı. 1950’lerden günümüze kadar değerlendirdiğinizde Türkiye’yi nasıl buluyorsunuz?
1950’lerden 2011’li yıllara çok şey değişti tabi, Türkiye’nin sorunları yavaş yavaş ele alınıp çözülmeye çalışılıyor. 15 sene önce Osmanlı’nın Kurtuluşu filmi çekildi, 1950 yıllarının Türkiye’siyle aynı şartlara sahip. Karasabanlar, ayakta çarıklar, sular evin içinde değil, elektrik yok, kanalizasyon yok pek bir gelişme olmamış yıllarca. 1950’lerde bazı evlerin üzerinde salgın var yazardı, sıtma, tifo gibi. Artık tıptaki gelişmeler daha iyi düzeyde, gidiş dönüşlü geniş yollar yapılmış, ülkenin her yerinde en uzak köylerinde bile elektrik, telefon, radyo var. 1950’lerde yine hükümet desteğiyle traktörün, otomobilin gelmesi sağlanıyor. Atık su arıtma tesisleri için büyük gayret var. 1985’te başladı bu çalışmalar, şimdi biz de yeni bir tesis projesi hazırlıyoruz Tuzla için İSKİ ile birlikte. Eskiden tesislerin bütün zararlı atıkları direk denizlere dökülürdü. Tabanda birikmiş kirler, atıklar çok zarar verdi tabi Marmara’ya.
- Kanal İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz? 2023’te tamamlanacak bir proje ve maliyeti 10 milyar doları aşacak. Kanal İstanbul Türkiye’nin ihtiyacı olan bir proje mi?
Boğazdan geçmek için uluslar arası gemiler sıra bekliyor, kanal sayesinde beklemeden hemen geçebilecek. Ticari kolaylık sağlayacak, tabi yapımı biraz zorluklar içeriyor engebeli arazi 100-150 metre yükseklikte, İstanbul suyunun çok önemli bir kısmı Düzce’den geliyor, Karadeniz’e dökülen dereler var. Bu düzeni bozan bir yapı ortaya çıkacak. Büyük su kaybı olacak, ya da bu kaybı önlemek için büyük su boruları döşenmesi gerekecek. Boğazdan transit geçen gemiler var, Türkiye bu gemilerden istediği parayı alamıyor, boğazlardan geçen gemiden alınacak ücret Möntro anlaşmasına bağlanmış, bu anlaşmaya göre boğazlardan geçen gemilerden alınan ücret çok düşük.
- Kanalın geçeceği yerlerin çoğu orman köyü ve hazineye ait araziler, bu kanalın oluşumunda yine çevreye yönelik ciddi zararlar söz konusu mu? 2 yarımada ve bir ada olacak bu ekolojik dengeyi bozmaz mı?
Bazı türlerin değişmesine yol açacak belki ama yeni türlerin oluşması da söz konusu olacak, en önemlisi İstanbul’un suyu kısıtlanmış olacak.
Yurtdışı firmalar bu projeye çok yoğun bir ilgi gösteriyor, dünya gazeteleri bu konudaki haberleri hemen gündemlerine almaya başladılar. Yabancı firmalar bu işe girecek, büyük paralar yatıracaklar daha sonra bu parayı buradan geçen gemilerden toplayacaklar. Şu an pek para alınmıyor buradan geçen gemilerden.
- İstanbul’un alt yapı sorunları, çarpık kentleşme, çürük yapılanmalar, depremde %80 risk altında olan bir şehir için şehri yeniden yapılandırmaya yönelik projelere öncelik verilmesi gerekmez mi?
Üsküdar’ın %85’i kayıtsız yapılaşma, belediyeden oturma ruhsatı almamış, kaçak yapılanmalar çok fazla, bütün İstanbul’un %80’i böyle. Şehri yapılandırmanın örneğini İngiltere’de gördüm, yeni bir alan tahsis ediliyor o bölgenin insanlarına, ya satın alınıyor arazileri veya evleri, ya da kira sağlanarak başka bir yere yerleştiriliyorlar kısa bir süre için. Yapılanma sağlandıktan sonra eski sahiplerine bu yerler yeniden teslim ediliyor tekrar oturmaları için. TOKİ’nin eski başkanı şimdi bakan oldu ve bu alana yönelik çalışmalar yapılacak.
Belediye mühendisleri bu kaçak ve çürük yapılanmaya karşı stajdan geçirilmeli ve yanlış kararlar alanlar cezalandırılmalı. Bir sonraki yönetim önceki yönetim için herhangi bir uygulama ya da denetleme yapamıyor, görev bitince sorumluluk da bitiyor.
- Türkiye’de akademisyenliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üniversiteler sadece ders okutan yerler değil, gençlerin yetiştirildiği, ülkenin daha iyi seviyelere çıkması için projelerin üretildiği yerler olmalı. Türkiye’nin teknolojik anlamda daha çok çalışmaya, daha ileri seviyelere yükselmeye ihtiyacı var.
- Üniversiteler ülkenin sorunlarına yönelik daha etkili mekanizmalar haline neden gelmedi, sorunlara yönelik güçlü ve etkili çözümler neden ortaya konmuyor?
İTÜ’de çevre bölümünü kurduktan sonra bu alanda öğretim üyesine çok fazla ihtiyaç vardı, sınıfların en çalışkan öğrencilerini asistan olmaya ikna etmeye çalıştık, yurtdışında burslar ayarladık. Asistanlık ücreti çok düşük çünkü cazip gelmiyor öğrencilere. Bu öğrenciler için Devlet Personel Başkanlığından ek ödeme için konuşarak böyle bir ödeme sağladık. Bizim bölümdeki arkadaşlar diğer bölümlere göre daha yüksek maaşlar alıyorlardı. Daha sonra bu uygulamanın bütün bölümlere yayılmasına yönelik çalışmalar gündeme geldi. Sınıfın en çalışkanlarına yapılan bu uygulamadan sonra şimdi bunların arasında birçok profesör, bakan ve milletvekili olanlar var. Akademisyenlik zor şartlarda yapılmış yıllarca, hala öyle. Çok fazla araştırma geliştirme desteği sağlanmıyor.
- Bosna’da da bir üniversitenin kuruluşunda önemli bir rol üstlendiniz. Bosna’da üniversite kurmanızın amacı neydi, bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Arkadaşlar yurtdışında Bosna’da bir üniversite kurmak istediler, keşke Türkiye’yi temsil eden birçok üniversite olsa yurtdışında. Beni de çağırdılar, üniversitenin kuruluşuna el atmadan olmayacağını dile getirdiler, ben de 3 yıl mütevelli heyet başkanlığı yaptım bu üniversitede. Türkiye’de okuma imkânı olmayan, puanı kırılan öğrenciler için bir alternatif olmasını istedik. Farklı üniversitelerden mezun olan iyi öğrencilere ulaşıp onların bu üniversitede akademisyen olmasını sağladık. Hedefimiz Osmanlı 500 yıl bu topraklarda hâkimiyetini sürdürmüş, ama çok fazla iz kalmamış. Birkaç Türk ailesi, Boşnaklar. Oysa İngilizler 180 yıl Hindistan’da kalmış ama her şey İngiliz kültüründen çok fazla etkilenmiş, ülkenin çoğu İngilizce konuşuyor. Biz de Bosna’da Türk kültürü ve dayanışması devam etsin istedik. Başbakanımızın da destekleri oluyor, arada sırada üniversiteyi ziyaret ederek çalışmalarını destekliyor. Ben sağlık sorunlarımdan dolayı bu görevimden ayrıldım, üniversite ilk 70 öğrenciyle başladı, 20 ülkeden öğrenciler vardı. Daha sonra öğrenci sayıları arttı ve farklı ülkeden öğrencilerin katılımıyla da zengin bir kültürel yapı ortaya çıktı.
- Türkiye’de son dönemde çok fazla özel ve devlet üniversitesi açıldı, üniversite sayısı yeterli düzeyde fakat Türkiye’deki üniversitelerin kalitesini nasıl buluyorsunuz? En başarılı Türk bilim adamları neden yurtdışına gidenlerden çıkıyor?
Ülkemizde çok sayıda üniversite açıldı, artık üniversitesi olmayan şehrimiz yok, bu üniversitelerdeki hoca sayısını da artırdı. Büyükşehirlerde hoca ihtiyacı karşılanabiliyor ama Anadolu çok fazla bu ihtiyacı karşılayamıyor. Özellikle özel üniversiteler yüksek maaş verdikleri için onlarla çalışmak tercih ediliyor, ancak üniversite sayıları artmış olmasına rağmen kalite konusunda sıkıntılar var. Yurtdışına giden öğrenciler gelmiyor, araştırma yurtdışında da çok zor ve zahmetli iş, yurtdışında araştırma yapmak için Türkiye’den gidenleri görevlendiriyorlar. Türkiye’deki üniversitelerde araştırma ve geliştirmeye yönelik çok fazla destek yok.
- Hocam değerli vaktinizi bize ayırıp tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Röportajı yapan: Meryem KULABER DEMİRCİ (Uzm.Psk.Dan. / BİLKA Yönetim Kurulu Üyesi)
Röportaj tarihi: 31.12.2011
ÖZGEÇMİŞ (Pof. Dr. NEVZAT KOR)
Prof. Dr. Nevzat KOR: 1933 Aydın doğumlu, ilkokulu Aydın’da okuduktan sonra İzmir’e taşındı. 1957 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümü bitirdi ve aynı üniversitede asistan daha sonra doçent olarak öğretim üyeliği yaptı. Türkiye’de çevre mühendisliğinin kurulmasına ilk öncülük eden isimlerden biri. Akademik camianın gelişmesine yönelik önemli araştırma ve projelerde bulunmuş, ayrıca ülkenin çevre sorunlarına yönelik etkili çözümler üreten çalışmalar gerçekleştirmiştir. Şuan emekli, kendisine ait bir mühendislik bürosunda çalışmalarına devam etmekte ve Çamlıca’da yaşamaktadır.
- Hocam öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
İlkokulu beşinci sınıfa kadar Aydın’da okudum. İlkokula gitmek için 25 dakika yol yürümek zorunda kalırdım, yerler çamur yumuşak zemin ayağımız basınca toprak çöküyor, sonra trene binip 5 km öteye daha giderdim, sonra tekrar yürüyerek ancak okula böyle ulaşırdım. İlkokulda gaz lambasıyla ödev yapardık. Sonra İzmir’e taşındık. Beşinci sınıfı İzmir’de okudum orada lamba vardı ama yine küçük bir alanı aydınlatırdı şimdi her şey çok şey değişti.
Ortaokul ve lise tahsilimi İzmir’de yaptıktan sonra üniversite tahsili için 1950 yılında İstanbul’a geldim. O zaman Türkiye’de sadece 3 üniversite vardı. Bunların ikisi İstanbul’da biride Ankara’da bulunuyordu. Bu yüzden üniversite tahsili yapacakların ya İstanbul’a ya da Ankara’ya gelmesi gerekiyordu. Bende bu vesile ile İstanbul’a geldim. Hatta üniversiteyi bir tarafa bırakalım lise dahi çok sınırlı yerde mevcuttu. Mesela Ege bölgesinde bir bilemediniz iki vilayette lise vardı. Günümüze baktığımızda her vilayet merkezinde bir üniversite var, çok sayıda lise ve dengi okullar bulunuyor. Bu bakımdan ülkemizde büyük bir değişiklik oldu. Bilhassa 1950 yılında Adnan Menderes hükümeti döneminde başlayan Türkiye’deki demokratikleşme sürecinde eğitimde de büyük bir gelişme yaşandı.
- İTÜ İnşaat Mühendisliğiyle başlayıp daha sonra bu bölümden çevre sorunlarıyla ilgilenen bir alana yönelmenizin nedeni nedir?
İTÜ İnşaat Mühendisliği’ni okuduktan sonra bölümde asistan olarak kaldım. Üniversite de doçentlikten sonra göreve yönetici olarak devam ettim. Üniversitede bölüm ismini şehir düzenlemesi yerine çevre düzenlemesi olarak değiştirdik. Çevre bütün dünyada oldukça önemsenen bir konu, Avrupa ve Amerika bu konuda çok daha öndeler.
Dünyanın her yerinde ise çevreyi en fazla etkileyen şey sanayi. Zararlı atıklar, kimyasal gazlar, çöpler bu konularda bir arıtma önlemi alınmadığında çevreye yönelik sorunlar ortaya çıkıyor, üniversitede bu konulara el atmak istedik, öğrencilere bu sorunlar üzerine çalışmalar yaptırdık, TÜBİTAK ile birlikte çevre sorunlarına yönelik projenin ilkini gerçekleştirdik, İzmit körfezinin kirliliği üzerine bir projeydi bu.
- Üniversitede kalmaya nasıl karar verdiniz? Neden akademisyen olarak devam etmek istediniz?
Üniversitede çok düşük maaş almakla beraber bu yolla halka hizmet etmek benim için önemliydi. Çünkü mühendis yetiştiren yerdesiniz, mühendislere hem en iyi bilgiyi hem de bilginin yanında iyi bir yaşantının da şart olduğunu öğretmek bu şekilde mümkün. Yoksa mezun olduktan sonra kendi maddi menfaatleri icabı yanlış projelerde çalışmayı tercih edebiliyorlar. Mühendislerin iyi yetişmiş olması, yanlış uygulamalardan ve yanlış alınan kararlardan ülkenin zarar görmesini önlemiş olacak. Türkiye’nin temel meselelerini daha iyi tahlil edip çözüm üretme fırsatı olarak gördüm üniversitede olmayı.
- Çevre sorunlarıyla ilgili neler yaptınız, hangi projelerde yer aldınız?
1960’da doktora tezim Haliç’teki kirlilik üzerineydi. Ayda bir sanayicileri topluyorduk, arıtma tesisleri ve bunların maliyetini anlatıyorduk, doktora çalışmam sırasında 1960 ihtilali oldu, o zamanki vali ile devlet başkanı Haliç’te gezerken devlet başkanı nedir bu Haliç’in hali? diye valiyi azarlıyor, daha sonra Sağlık müdürü üniversiteye geliyor bu konuyla ilgili neler yapılabilir diye, o dönem ben çalışıyorum Haliç’in kirliliği ile ilgili. Asistan maaşıyla Haliç’i temizleme çalışmaları yapmak zor tabi. Devlet Başkanının baskısıyla Haliç’i temizlemek için bazı kaynaklar ayrıldı. Haliç’e yönelik kirlilik verileri, neler yapılması gerektiği ile ilgili ilk çalışmalar yapıldı. Bedrettin Dalan İstanbul Belediye Başkanı oldu o sıralar, Özal, Dalan’a İstanbul’da öyle şık işler yap ki bunlar bizim iktidarımızı kolaylaştırsın gibi şeyler söylemiş. Bu sayede Haliç’in etrafındaki sanayiler ve fabrikalar yıkıldı, fabrikalar başka yerlere Tekirdağ, Kırklareli gibi şehirlere taşınmaya başladı.
- Marmara Bölgesi doğal özellikleri açısından çok zengin ve aynı zamanda da önemli bir sanayi bölgeyi. Marmara’da sanayinin kimyasal atıklarını çevreye bırakmasının önüne neden geçilemiyor?
İstediğin kadar kirliliği temizle, bunun kesilmesini önlemek için temizlemek değil, kirliliğin önlenmesini sağlamak gerekmektedir. Kirliliğe neden olan sebepleri ortadan kaldırmak gerekir. Eskiden doğu ülkelerine giderdim üzülürdüm, batı ülkelerine giderdim üzülürdüm, hepsinde fabrikalara yönelik arıtma tesisleri yapılmış, bunlar bizde ancak 1985’den sonra başladı. Sanayinin desteklenmesi bir yandan çevre kirliliğine yol açtı ama çevreyi korumaya yönelik alınan önlemler de geç kalındı.
- Örneğin Dilovası, gerçekten gözle görülür bir boyutta bir hava kirliliğine sahip, orada yaşayan insanlar zehirli gazları soluyor, yapılan araştırmalarda kanser vakalarının çok ciddi arttığı görülüyor ama alınan etkili önlemler neden yok?
Bir alana ya sanayi bölgesi kurarsın ya da oturma izni verirsin, hem sanayi bölgesi, hem de yerleşim alanı olması ve arıtmaya yönelik önlemler alınmaması hem çevre hem de insan sağlığı açısından oldukça riskli ortamlara yol açıyor. Aynı yerde hem sanayi hem yerleşim yanlış. Şimdi Şehircilik ve Çevre Bakanlığı kuruldu, inşallah bu alanlara yönelik etkili değişiklikler yaparlar.
Şehircilik ve çevre birlikte ele alınması gereken konular aslında, her taraf bu ülkenin ve her coğrafyası çok değerli. En önemli verimli arazilerde sanayi yapılıyor, verimsiz alanlarda da hiçbir şey yapılmıyor. Çalışmalar ve uygulamalar bütün Türkiye’yi kapsamalı. İşsizlere iş bulalım, sanayi gelişsin diye işyerlerine öncelik verilmiş ama çevreye verdiği zararlar ihmal edilmiş.
- Türkiye’de geçmişe kıyasla belediyecilik ve yapılaşma sorunları azaldı. 1950’lerden günümüze kadar değerlendirdiğinizde Türkiye’yi nasıl buluyorsunuz?
1950’lerden 2011’li yıllara çok şey değişti tabi, Türkiye’nin sorunları yavaş yavaş ele alınıp çözülmeye çalışılıyor. 15 sene önce Osmanlı’nın Kurtuluşu filmi çekildi, 1950 yıllarının Türkiye’siyle aynı şartlara sahip. Karasabanlar, ayakta çarıklar, sular evin içinde değil, elektrik yok, kanalizasyon yok pek bir gelişme olmamış yıllarca. 1950’lerde bazı evlerin üzerinde salgın var yazardı, sıtma, tifo gibi. Artık tıptaki gelişmeler daha iyi düzeyde, gidiş dönüşlü geniş yollar yapılmış, ülkenin her yerinde en uzak köylerinde bile elektrik, telefon, radyo var. 1950’lerde yine hükümet desteğiyle traktörün, otomobilin gelmesi sağlanıyor. Atık su arıtma tesisleri için büyük gayret var. 1985’te başladı bu çalışmalar, şimdi biz de yeni bir tesis projesi hazırlıyoruz Tuzla için İSKİ ile birlikte. Eskiden tesislerin bütün zararlı atıkları direk denizlere dökülürdü. Tabanda birikmiş kirler, atıklar çok zarar verdi tabi Marmara’ya.
- Kanal İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz? 2023’te tamamlanacak bir proje ve maliyeti 10 milyar doları aşacak. Kanal İstanbul Türkiye’nin ihtiyacı olan bir proje mi?
Boğazdan geçmek için uluslar arası gemiler sıra bekliyor, kanal sayesinde beklemeden hemen geçebilecek. Ticari kolaylık sağlayacak, tabi yapımı biraz zorluklar içeriyor engebeli arazi 100-150 metre yükseklikte, İstanbul suyunun çok önemli bir kısmı Düzce’den geliyor, Karadeniz’e dökülen dereler var. Bu düzeni bozan bir yapı ortaya çıkacak. Büyük su kaybı olacak, ya da bu kaybı önlemek için büyük su boruları döşenmesi gerekecek. Boğazdan transit geçen gemiler var, Türkiye bu gemilerden istediği parayı alamıyor, boğazlardan geçen gemiden alınacak ücret Möntro anlaşmasına bağlanmış, bu anlaşmaya göre boğazlardan geçen gemilerden alınan ücret çok düşük.
- Kanalın geçeceği yerlerin çoğu orman köyü ve hazineye ait araziler, bu kanalın oluşumunda yine çevreye yönelik ciddi zararlar söz konusu mu? 2 yarımada ve bir ada olacak bu ekolojik dengeyi bozmaz mı?
Bazı türlerin değişmesine yol açacak belki ama yeni türlerin oluşması da söz konusu olacak, en önemlisi İstanbul’un suyu kısıtlanmış olacak.
Yurtdışı firmalar bu projeye çok yoğun bir ilgi gösteriyor, dünya gazeteleri bu konudaki haberleri hemen gündemlerine almaya başladılar. Yabancı firmalar bu işe girecek, büyük paralar yatıracaklar daha sonra bu parayı buradan geçen gemilerden toplayacaklar. Şu an pek para alınmıyor buradan geçen gemilerden.
- İstanbul’un alt yapı sorunları, çarpık kentleşme, çürük yapılanmalar, depremde %80 risk altında olan bir şehir için şehri yeniden yapılandırmaya yönelik projelere öncelik verilmesi gerekmez mi?
Üsküdar’ın %85’i kayıtsız yapılaşma, belediyeden oturma ruhsatı almamış, kaçak yapılanmalar çok fazla, bütün İstanbul’un %80’i böyle. Şehri yapılandırmanın örneğini İngiltere’de gördüm, yeni bir alan tahsis ediliyor o bölgenin insanlarına, ya satın alınıyor arazileri veya evleri, ya da kira sağlanarak başka bir yere yerleştiriliyorlar kısa bir süre için. Yapılanma sağlandıktan sonra eski sahiplerine bu yerler yeniden teslim ediliyor tekrar oturmaları için. TOKİ’nin eski başkanı şimdi bakan oldu ve bu alana yönelik çalışmalar yapılacak.
Belediye mühendisleri bu kaçak ve çürük yapılanmaya karşı stajdan geçirilmeli ve yanlış kararlar alanlar cezalandırılmalı. Bir sonraki yönetim önceki yönetim için herhangi bir uygulama ya da denetleme yapamıyor, görev bitince sorumluluk da bitiyor.
- Türkiye’de akademisyenliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üniversiteler sadece ders okutan yerler değil, gençlerin yetiştirildiği, ülkenin daha iyi seviyelere çıkması için projelerin üretildiği yerler olmalı. Türkiye’nin teknolojik anlamda daha çok çalışmaya, daha ileri seviyelere yükselmeye ihtiyacı var.
- Üniversiteler ülkenin sorunlarına yönelik daha etkili mekanizmalar haline neden gelmedi, sorunlara yönelik güçlü ve etkili çözümler neden ortaya konmuyor?
İTÜ’de çevre bölümünü kurduktan sonra bu alanda öğretim üyesine çok fazla ihtiyaç vardı, sınıfların en çalışkan öğrencilerini asistan olmaya ikna etmeye çalıştık, yurtdışında burslar ayarladık. Asistanlık ücreti çok düşük çünkü cazip gelmiyor öğrencilere. Bu öğrenciler için Devlet Personel Başkanlığından ek ödeme için konuşarak böyle bir ödeme sağladık. Bizim bölümdeki arkadaşlar diğer bölümlere göre daha yüksek maaşlar alıyorlardı. Daha sonra bu uygulamanın bütün bölümlere yayılmasına yönelik çalışmalar gündeme geldi. Sınıfın en çalışkanlarına yapılan bu uygulamadan sonra şimdi bunların arasında birçok profesör, bakan ve milletvekili olanlar var. Akademisyenlik zor şartlarda yapılmış yıllarca, hala öyle. Çok fazla araştırma geliştirme desteği sağlanmıyor.
- Bosna’da da bir üniversitenin kuruluşunda önemli bir rol üstlendiniz. Bosna’da üniversite kurmanızın amacı neydi, bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Arkadaşlar yurtdışında Bosna’da bir üniversite kurmak istediler, keşke Türkiye’yi temsil eden birçok üniversite olsa yurtdışında. Beni de çağırdılar, üniversitenin kuruluşuna el atmadan olmayacağını dile getirdiler, ben de 3 yıl mütevelli heyet başkanlığı yaptım bu üniversitede. Türkiye’de okuma imkânı olmayan, puanı kırılan öğrenciler için bir alternatif olmasını istedik. Farklı üniversitelerden mezun olan iyi öğrencilere ulaşıp onların bu üniversitede akademisyen olmasını sağladık. Hedefimiz Osmanlı 500 yıl bu topraklarda hâkimiyetini sürdürmüş, ama çok fazla iz kalmamış. Birkaç Türk ailesi, Boşnaklar. Oysa İngilizler 180 yıl Hindistan’da kalmış ama her şey İngiliz kültüründen çok fazla etkilenmiş, ülkenin çoğu İngilizce konuşuyor. Biz de Bosna’da Türk kültürü ve dayanışması devam etsin istedik. Başbakanımızın da destekleri oluyor, arada sırada üniversiteyi ziyaret ederek çalışmalarını destekliyor. Ben sağlık sorunlarımdan dolayı bu görevimden ayrıldım, üniversite ilk 70 öğrenciyle başladı, 20 ülkeden öğrenciler vardı. Daha sonra öğrenci sayıları arttı ve farklı ülkeden öğrencilerin katılımıyla da zengin bir kültürel yapı ortaya çıktı.
- Türkiye’de son dönemde çok fazla özel ve devlet üniversitesi açıldı, üniversite sayısı yeterli düzeyde fakat Türkiye’deki üniversitelerin kalitesini nasıl buluyorsunuz? En başarılı Türk bilim adamları neden yurtdışına gidenlerden çıkıyor?
Ülkemizde çok sayıda üniversite açıldı, artık üniversitesi olmayan şehrimiz yok, bu üniversitelerdeki hoca sayısını da artırdı. Büyükşehirlerde hoca ihtiyacı karşılanabiliyor ama Anadolu çok fazla bu ihtiyacı karşılayamıyor. Özellikle özel üniversiteler yüksek maaş verdikleri için onlarla çalışmak tercih ediliyor, ancak üniversite sayıları artmış olmasına rağmen kalite konusunda sıkıntılar var. Yurtdışına giden öğrenciler gelmiyor, araştırma yurtdışında da çok zor ve zahmetli iş, yurtdışında araştırma yapmak için Türkiye’den gidenleri görevlendiriyorlar. Türkiye’deki üniversitelerde araştırma ve geliştirmeye yönelik çok fazla destek yok.
- Hocam değerli vaktinizi bize ayırıp tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Röportajı yapan: Meryem KULABER DEMİRCİ (Uzm.Psk.Dan. / BİLKA Yönetim Kurulu Üyesi)
Röportaj tarihi: 31.12.2011
ÖZGEÇMİŞ (Pof. Dr. NEVZAT KOR)
Prof. Dr. Nevzat KOR: 1933 Aydın doğumlu, ilkokulu Aydın’da okuduktan sonra İzmir’e taşındı. 1957 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümü bitirdi ve aynı üniversitede asistan daha sonra doçent olarak öğretim üyeliği yaptı. Türkiye’de çevre mühendisliğinin kurulmasına ilk öncülük eden isimlerden biri. Akademik camianın gelişmesine yönelik önemli araştırma ve projelerde bulunmuş, ayrıca ülkenin çevre sorunlarına yönelik etkili çözümler üreten çalışmalar gerçekleştirmiştir. Şuan emekli, kendisine ait bir mühendislik bürosunda çalışmalarına devam etmekte ve Çamlıca’da yaşamaktadır.